Kuş Tüyleri
Kuşlardaki Mucizevi Özellikler
Kuşların Dünyası
Yarasaların Muhteşem Radarları
Kuşlar Dengelerini Nasıl Sağlar?

Belgesel - Kuşlardaki Mucize

7 Mayıs 2010 Cuma

BİLİM "UYUMADAN UÇAN KUŞLAR"I ARAŞTIRIYOR


Göçebe kuşlar yazlık ve kışlık evleri arasında seyahat ederlerken uzun mesafeler katediyorlar. Şarkı kuşları daha çok gece uçmalarına rağmen sürekli uyanık kalarak bu olayı daha da etkileyici hale dönüştürüyorlar. Geçtiğimiz günlerde PLoS Biology adlı gazetede yayınlanan habere göre göç sezonu sırasında bu hayvanlar gözleri çok az kapalı olarak hem de uykusuz yaşayan hayvanlarda görülen sağlığa zararlı etkilere maruz kalmadan yolculuk ediyorlar.
Madison'daki Wisconsin Üniversitesi'nden Ruth Benca ve çalışma arkadaşları bir kafeste alıkonulmuş hayvanların uyuma düzenlerini ve hareketlerini bir yıl boyunca incelediler. Göç sezonu boyunca, kafesteki kuşlar son derece enerjik, hareketli davranışlar sergilediler. Ayrıca, -insanlarda rüya görmeyle ilintili olarak belirlenen- normal REM uykusunun 3'te biri süresince uyudular. Geceleri teste tabi tutulan diğer canlılar uyurken onlar tamamen uyanık kaldılar ve normal testlerine devam ettiler, ki bu da kuşların göçleri boyunca "uyurgezer" olmadıklarını bir kez daha kanıtladı.
Bilim adamları göç sezonları haricindeki zamanlarda uyku eksikliğinin kuşları olumsuz etkilediğini belirtiyorlar. Oysa kuşlar, özellikle göç esnasında algılama fonksiyonlarında hiçbir bozulma olmadan uykularını azaltabilmede üstün bir yetenek sergiliyorlar. Bu hayvanların bunu nasıl başardıklarıysa henüz çözülebilmiş değil. Kuşlardaki göçe bağlı uykusuzluğa aracı olan mekanizmaları anlamanın; uykudaki değişiklikler, sezonsal ruhi durum bozuklukları ve uykunun kendisinin fonksiyonları hakkında bilgi vereceğini düşünüyorlar.

Kuşlar Neden "Gece" Göç Ederler?
Kuşların çoğu yaşamsal faaliyetlerini gündüz gerçekleştirirler. Fakat uzun seyahatler için geceyi seçerler. Gece göçü kuşlara birçok avantaj sağlar. Bunlardan en önemlisi düşmanlarından bu yolla kaçabilmeleridir.
Gece göç eden kuşların büyük bir bölümü küçük ve uçma kabiliyeti zayıf olanlardır. Bu yüzden gece karanlığında uçmak bu kuşlar için daha güvenlidir. Fakat gece göçleri sadece bu sebeple açıklanamaz. Çünkü güçlü uçucu olan ve okyanusta hiç durmadan 3.200 km'lik bir mesafeyi uçabilen bazı sahil kuşları da gece göç ederler.
Kuşların gece yolculuğunu seçmelerinin sebeplerinden biri de beslenme zamanlarıdır. Genellikle gündüz beslenen kuşlarda sindirim çok hızlıdır. Bu nedenle kuşların gündüz beslenirken kısa aralıklarla besin almaları ve göçten önce bu besinleri vücutlarında yağ şeklinde depolamaları gerekir. Eğer küçük göçmenler, gündüz uzun uçuşlar yaparlarsa ulaşacakları yere gece bitkin bir halde ulaşırlar ve gece beslenemeyeceklerinden ertesi sabahı beklemek zorunda kalırlar. Bu durumda muhtemelen bulundukları ortamın soğukluğundan ve enerji elde edememekten dolayı birçoğu yaşamını sürdüremeyecektir. Bu yüzden bu canlılar geceleyin seyahat ederek çok programlı hareket etmiş olurlar. Gündüzü beslenerek ve göç için yağ depolayarak geçiren kuşlar gece göç ederler, güneşin doğuşuyla beraber mola verirler ve bu döngü bu şekilde devam eder.
Kuşların durmadan uçabilecekleri mesafeyi yağ depolarından başka vücudun su kaybı da belirler. Bu yüzden gece yapılan göçlerde havanın serinliğinden faydalanıp daha az su kaybederek vücut ısılarını düşürebilirler. Su kaybının minimuma inmesi uçulan mesafeyi de artırır.
Kuşlar tüm bu nedenlerle gece göçlerini tercih ederler. Elbette vücut yapıları buna uygun olarak yaratılmış olan türler dışında gündüz uçmaya elverişli yaratılmış kuşlar da vardır. Ördekler, turnalar, martılar, pelikanlar, atmacalar ve kırlangıç gibi kuşlar da gündüz göç ederler. Süzülerek uçma yöntemini kullanan leylekler ve akbabalar ise sadece gündüz uçabilirler. Çünkü uçuş şekilleri, ısı yayılmasına ya da dağ ve tepelere çarpan rüzgarın onları sürüklemesine bağlıdır.
Bu noktada biraz düşünelim. Kuşlar tam da göç esnasında uykularını minimuma indirgeme özelliğini nasıl kazanmaktadırlar? Onlara bu dönemde uykularını azaltabilme yeteneğini kim vermektedir? Bir kuş "şimdi göç zamanı, uyumadan uçmam gerek bu yüzden de vücudumu buna göre ayarlamalıyım" diye bir karar alıp vücucunda da bu kararla ilgili düzenlemeleri yapabilir mi? Peki bu göçü gündüz değil de gece gerçekleştirmenin onlara sağlayacağı avantajları önceden tahmin etmiş olabilirler mi?
Elbette hayır. Şüphesiz bu küçük sevimli hayvanın vücudundaki tüm düzenlemeler onun yaşamak için neye ihtiyacı olduğunu bilen ve tüm ihtiyaçlarını ona hesapsızca sunan üstün bir akıl ve güç sahibi Yüce Allah'tır. Kuşlar, kendi vücut yapıları ve yaşam şekilleri nasıl bir göç şekline izin veriyorsa o düzende göç ederler. Bu canlıları Allah yaratmış ve onları gerekli yeteneklerle donatmıştır. Yaptıkları tüm işler de, Allah'ın varlığının ve kudretinin birer ayeti (delili)dir. Bu nedenle her yaptıkları iş, Allah'ı tesbih etmek, yüceltmek anlamına gelmektedir. Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:
"Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir." (Nur Suresi, 41)

ALLAH'IN KUSURSUZ YARATMASI


     
     Uçmak binlerce yıldır insanlığın ideali haline gelmiş, çok sayıda bilim adamının ve araştırmacının emek, zaman ve para harcadığı bir alan olmuştur. Çok ilkel bazı denemeler dışında, uçabilen araçlar ancak 20. yüzyılda yapılabilmiştir. İnsanlığın yüzlerce yıllık teknoloji birikimiyle yapmaya çalıştıkları bu işi, dünya üzerinde 150 milyon yıldır var oldukları bilinen kuşlar kusursuzca gerçekleştirmektedirler. Yeni doğan bir kuş yavrusu bile, insanların ancak yüksek teknoloji ile başarabildiği bu özel yeteneği, çok kısa bir süre içinde kazanmaktadır.
Peki bu hayranlık verici canlılar nasıl ortaya çıkmıştır?
Kuşları inceleyen herkes, diğer canlılar gibi onların da çok iyi tasarlanmış vücut yapılarına sahip olduklarını fark eder. Bu durumun bizi ulaştıracağı sonuç ise, kuşların kusursuz bir yaratılışın ürünü oldukları, yani yaratıldıklarıdır.
Ancak evrim teorisi, bu gerçeği kabullenmek istemez.
Evrim teorisine göre tüm canlılar tek bir ortak atadan türeyerek çeşitlenmişlerdir. Bu senaryoya göre, sayılarının 100 milyona- Thomas E. Lovejoy, "Biodiversity: What Is It?", Marjorie L. Reaka-Kudla, Don E. Wilson, Edward O. Wilson (editörler), Biodiversity II, Joseph Henry Press, Washington D.C., 1997, s. 7.- vardığı düşünülen canlı türleri birbirlerinden türemek zorundadır. Evrimciler canlılığın kökeni ve çeşitliliği konusunda açıklama olarak iki temel mekanizma öne sürerler: Doğal seleksiyon ve mutasyonlar. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, Hayatın Gerçek Kökeni, Araştırma Yayıncılık) Oysa her iki mekanizmanın da yeni bir canlı oluşturma özelliği yoktur; çünkü bunlar herhangi bir amaca yönelik olmayan zararlı ve rastlantısal etkilerdir. Elbette amaçsızca ve bilinçsizce gelişen tesadüflerin planlı, düzenli ve belli bir amaca yönelik olarak tasarlanmış canlılar meydana getirmeleri mümkün değildir. Kör tesadüfler, canlılara kompleks organlar ve sistemler kazandıramazlar.

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/1.jpg
Akıl ve mantık sahibi olan hiç kimse bir uçaktaki tasarıma bakıp, bunun kendiliğinden oluştuğunu düşünmez. Parçaların tesadüf eseri biraraya gelip uçabilen bir araç oluşturduğunu iddia etmez. Aksine uçaktaki tasarıma bakanlar, her aşamasında çok ince bir plan olduğunu, pek çok bilim adamının bilgi ve tecrübelerini kullandıklarını, emek ve zaman harcadıklarını düşünür. Kuşlar ise uçaklardan çok daha üstün özelliklerle donanmışlardır. Uçma yeteneğine sahip olarak yaratılan kuşlara bakıp, onların tesadüf eseri var olduklarını söylemek en başta akıl ve mantıkla çelişir. Bu iddia ile ortaya çıkan kişilerin durumunu, Allah "Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler..." (Neml Suresi, 14) ayeti ile bildirmektedir.
Sağduyu sahibi bir kimse, canlılığı inceledikçe, evrim teorisinin, canlılığın kökenini rastlantılara dayandıran bu iddiasının saçmalığını fark edecektir. Tasarım görüp buna amaçsız demek, düzen görüp rastlantı demek, göz göre göre gerçekleri inkar etmekten başka bir şey değildir. Bu inkarın temelinde ise, evrimcilerin materyalist felsefeye olan bağlılıkları ve yaratılış gerçeğine olan bağnaz tepkileri yatar. Evrimciler bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmektense, kör tesadüflerin sözde yaratma gücü olduğuna ve bilinçsizliği, amaçsızlığı ifade eden bu kavramın herşeyi yapabileceğine inanmayı tercih ederler.
Ancak buradaki çarpık inancı görmek çok kolaydır: Bir maket uçağın parçalarını rastgele yere koysanız, bu parçalar rüzgar, yıldırım, yağmur, deprem gibi etkilerle tesadüf eseri birleşerek, bütün bir uçak maketi haline gelmeyecektir. Üstelik bu örnekte uçağın tüm parçaları önceden birbirine uyumlu olarak yapılmıştır. Buna rağmen ne kadar beklenirse beklensin doğru parçaların yan yana gelerek birbirine monte olması mümkün değildir. Bu tasarım ancak, bilinçli bir varlığın parçaları biraraya getirmesi ile gerçekleşir. Ama evrimcilere göre tesadüfler, bu örneklerle kıyas olmayacak kadar mükemmel sistemler kurabilmekte, hassas dengeler oluşturabilmektedir. Buradaki mantık çöküntüsü son derece açıktır.
Canlıların her biri ayrı birer tasarım harikasıdır. İleri sürülen evrim mekanizmaları ise, evrimcilerin iddialarına hiçbir katkıda bulunmamaktadır. Bu mekanizmaların ilki olan doğal seleksiyon, yaşadıkları ortamla uyum içinde olan canlıların hayatta kaldığını, uyumsuz olanların ise yok olduğunu öngörür. Evrimcilere göre bu bilinçsiz eleme şekli, canlılara birbirinden kompleks organlar, sistemler kazandırmaktadır; ama bu iddianın geçerli hiçbir kanıtı ve bilimsel dayanağı yoktur. Gözlemler, doğal seleksiyonun sadece uygun olmayan bireyleri ayıklamakta işe yaradığını, canlılara yeni organlar ve sistemler katmasının ise söz konusu olmadığını göstermektedir. Ünlü biyolog D'Arcy Wentworth Thompson bunu şöyle özetlemektedir:
Doğal seleksiyonda gördüğümüz şey yaratmak değil, yok etmek, budamak ve yangına sürüklemektir. . Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering The Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 175

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/2.jpg
Doğal seleksiyonun evrim teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Çünkü bu mekanizma, hiçbir zaman bir türün genetik bilgisini zenginleştirip geliştirmez. Hiçbir zaman bir türü bir başka türe çevirmez. Çünkü doğal seleksiyonun bir bilinci yoktur. Canlılar için neyin iyi, neyin kötü olduğunu ayırt edecek bir akla da sahip değildir. Bu nedenle doğal seleksiyon asla kompleks tasarımlara sahip canlıların kökenini açıklamada kullanılabilecek bir mekanizma değildir.
Kısacası doğal seleksiyon ile yeni bir türün ortaya çıkması mümkün değildir. Üstelik doğal seleksiyonla seçim süreci, hem bilinçsizdir hem de canlıların genetik bilgilerine bir katkısı olmaz. Yani doğal seleksiyonla canlıda bir değişiklik meydana gelse de bu değişiklik kendinden sonraki bireylere aktarılamaz. Genlere etki eden tek doğal mekanizma mutasyondur. Mutasyonlar ise canlıların genetik yapılarında meydana gelen hasarlardır ve mutasyonların genetik bilgiye faydalı bir ekleme yaptıkları hiçbir zaman gözlemlenmemiştir. Michael Denton, "An Interview With Michael Denton," Access Research Network, Origins Research, cilt 15, no. 2, 20 Temmuz 1995; http://www.arn.org/docs/orpages/or152/
dent.htm
Evrimcilerin doğal seleksiyon ve mutasyonlar yoluyla evrimleşme iddiaları geçersizdir, çünkü;
1) Doğal seleksiyon geleceği görerek planlama yapamaz,
2) Mutasyonlar hiçbir zaman gelişme sağlayan bir "yarar" oluşturmazlar.
New Mexico Üniversitesi'nden Profesör John O. Woller mutasyonlarla gelişme iddiasının mantıksızlığına şöyle değinmektedir:
Genel evrim için gerekli olan tesadüfi dizayn ayarlamaları, mantıksal felaketlerdir. Radyasyon, kopyalama hataları ya da önerilen diğer kaynakların neden olduğu tesadüfi mutasyonlar çok nadiren dizayn ayarlarını ortaya çıkarmaktadırlar, daha gelişmiş mükemmel dizaynları ise hiçbir zaman oluşturmazlar. John W. Oller, "A Theory In Crisis", Impact, no. 180, Institute for Creation Research, Haziran 1988
Şöyle bir düşünelim... Kendiniz için bir ihtiyaç tespit ettiniz: Örneğin vücudunuzda ısı algılayıcıları olduğunda çok daha verimli bir hayat süreceğinize kanaat getirdiniz ya da sizin için hayati bir önem taşıyacağını düşündüğünüz başka bir organın varlığına ihtiyaç duydunuz... Bunu vücudunuzda meydana getirebilir miydiniz? Vücudunuzdaki diğer tüm organlarla koordine bir şekilde, şaşırmadan, zamanlaması mükemmel şekilde, tam ihtiyacınız olduğunda gerekli tedbirleri alarak sizi korumak, size faydalı olmak için durmaksızın çalışan bir organ ya da sistem oluşturabilir miydiniz? Sonra da bunu sizden sonraki nesillere aktaracak gerekli genetik şifreleri hatasız bir şekilde DNA'nıza kodlayabilir miydiniz?

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/3.jpg
Mutasyonların net etkisi, yukarıdaki kaplumbağa örneğindeki gibi zararlıdır.
Mutasyonlar evrim teorisine hiçbir destek sağlamaz. Çünkü:
- Mutasyonlar her zaman zararlıdır.
- Mutasyon sonucunda DNA'ya yeni bilgi eklenmez.
- Mutasyonun bir sonraki nesile aktarılabilmesi için, mutlaka üreme hücrelerinde meydana gelmesi gerekir.
-Mutasyonun sonuçları ancak ölüler, sakatlar ve hastalardır.
Bu, ne kadar isteseniz, ne kadar uğraşsanız da mümkün olmazdı. Sizin gibi akıl ve şuur sahibi bir varlığın bunu başarması mümkün değilken, şuursuz moleküller bunu nasıl başarabilir? Dolayısıyla şuursuz moleküllerin hücreler inşa ettiklerini, sonra da bunların genetik yapılarında tesadüf eseri kusursuz düzenlemeler gerçekleştiğini iddia etmenin, hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.
Tüm bunların sonucu olarak, zaman içerisinde tesadüfi sözde evrim mekanizmalarıyla bir canlının başta uçuş yeteneği olmak üzere mükemmel özelliklere sahip bir kuşa dönüşmesi, kuşun da yine farklı mükemmel özelliklere sahip bir başka canlıya dönüşmesi mümkün değildir. Canlılardaki çeşitlilik Allah'ın sonsuz ilminin, yaratma sanatının delillerinden sadece biridir. Evrimciler ise bu gerçeği kabul etmemek uğruna gerçek dışı izahlara saplanıp kalmaktadırlar.
Canlılığın kompleksliğinin giderek daha iyi anlaşıldığı son 20 yıl içinde, evrim teorisinin savunduğu tesadüf dogmasına tepki gösteren bilim adamlarının sayısı artmıştır. Örneğin Yeni Zelanda'daki Otega Üniversitesi'nden moleküler biyolog Michael Denton, evrim teorisinin çıkmazları kendisine sorulduğunda, tesadüfi mutasyon iddialarını şöyle eleştirmektedir:
Benim en ciddi itirazım mutasyonların mahiyetiyle ilgili. Darwinizm evrim sürecinde seçilmiş olan tüm mutasyonların ilk kez meydana geldiklerinde tümüyle tesadüfi olduğu görüşüne dayanmaktadır. Mutasyonlar tesadüfidir... İşte Darwinizm'in temel taşı budur. Canlılardaki mutasyon girdisi her zaman olduğu gibi tesadüfidir.
Darwinizm doğadaki tüm uyumlu yapıların ve tarih boyunca var olan tüm organizmaların tümüyle başıboş mutasyonların birikimiyle meydana geldiğini iddia etmektedir. Bu iddia en küçük bir delili bulunmayan dayanaksız bir düşüncedir...
İkinci problem ise doğada çok sayıda kompleks sistem bulunduğu ve bu problem ne kadar itici olursa olsun ve insanlar ne kadar bunu görmemeye çalışırsa çalışsın, doğada bulunan çok sayıda ileri derecede kompleks sistemin, küçük rastgele mutasyonların zaman içinde birikmesiyle hiçbir şekilde oluşamayacağıdır.
Aslında çoğu zaman biyolojik literatürde bu sistemlerin nasıl meydana geldiğini açıklayacak bir girişim bile bulunmamaktadır. Klasik bir örnek kuşun akciğeridir ve başkalarını da sayabilirim, fakat herkes kuşun akciğerinin kendine has dolaşımla ilgili bir yapısı olduğunu bilir. Herhangi gelişmiş bir canlının fizyolojisi açısından bu kadar hayati olan bir organın bu şekilde küçük bir dizi olayla olağanüstü biçimde değişikliğe uğramasının imkansız olduğunu görmek için çok fazla biyoloji bilgisine gerek yoktur. Bu bizim tekrar hasır altı edemeyeceğimiz bir konudur. Çünkü temelde Darwin'in söylediği gibi, eğer herhangi bir organın küçük aşamalarla zaman içinde gelişmiş olamayacağı gösterilebilirse, bu teori tümüyle geçersiz olacaktır.
Akla uygun düşünüldüğünde doğada buna benzer çok sayıda örnek vardır. Michael Denton, "An Interview With Michael Denton," Access Research Network, Origins Research, cilt 15, no. 2, 20 Temmuz 1995; http://www.arn.org/docs/orpages/or152/
dent.htm

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/4.jpgİşte Rabbiniz olan Allah budur. Ondan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse Ona kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir.
(Enam Suresi, 102)

Hayvanlardaki herşey öylesine ince düşünülmüştür ki, daha doğmadan ihtiyaçları olacak özel organlarla donatılmışlardır. Bu canlıların tesadüf eseri, daha önce görmedikleri bir ortamla tam bir uyum içinde var olmaları mümkün değildir. Canlıları sahip oldukları mükemmel sistemlerle yaratan Yüce Rabbimiz Allah'tır.

UÇUŞ SİSTEMLERİYLE YARATILMIŞ CANLILAR


Evrim senaryosunun iddialarından biri de kuşları kapsamaktadır. Bu senaryoya göre sudaki canlılardan -amfibiyenlerden- bir kısmı sürüngenlere dönüşüp tam bir kara hayvanı haline gelmiştir. Bu canlılardan bir kısmı da kuşlar grubunu oluşturmuşlardır.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/5.jpg
Evrimci iddialara göre kuşlar, günümüzden yaklaşık 150-200 milyon yıl önce, sözde sürüngen atalarından türemişlerdir. Kuş adayı olan bu hayali canlılar, tam birer kuş olana kadar aşama aşama yeni özellikler kazanmışlardır. Dolayısıyla uçma yeteneği de senaryo gereği aşama aşama bugünkü mükemmel halini almıştır. Ancak evrimcilerin yaşadıklarını varsaydıkları yarı kuş-yarı sürüngen canlıların izine -1.5 asırdır süren çabalara rağmen- hiçbir yerde rastlanmamıştır. Yeryüzü katmanlarında yarısı pul yarısı tüy kaplı derileri olan ya da tek kanatlı veya yarım kanatlı ara geçiş formlarına rastlanmadığı gibi, iddiaların tersine sadece mükemmel yapılardaki, kusursuz, tam canlılara ait fosiller bulunmuştur.
Elbette ki bu durum evrimcilerin iddiaları açısından son derece düşündürücüdür. Çünkü bu bilim dışı hikayeyi doğrulayan hiçbir delil olmamasına rağmen, evrimciler bu iddialarını ısrarla sürdürürler; bir gün bu hayallerinin gerçek olacağı umudunu taşırlar. Evrimcilerin bir türlü gerçekleşmeyen hayallerine destek sağlama çabaları, ilerleyen bölümlerde detaylı olarak değineceğimiz çarpıtmalardan, taraflı yorumlardan öteye gidememiştir.
Yeryüzünde on binden fazla kuş türü yaşamaktadır. Bu kuşların her biri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Şahinin keskin gözleri, geniş kanatları ve sivri pençeleri vardır. Yüzlerce metre yükseklikte süzülürken, yukarıdan yavru bir tavşanı fark edebilecek kadar keskin gözlere sahiptir.

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/6.jpg
Yeryüzünde on binden fazla kuş türü yaşamaktadır. Bu kuşların her biri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Baykuşlar, papağanlar, ağaçkakanlar, alakargalar, sinek kuşları...
Bu kuşların her biri, Allah'ın yaratma sanatının örneklerindendir ve sahip oldukları özelliklerle Allah'ın sonsuz ilmini sergilemektedirler.
Birkaç yüz gramlık yağmur kuşları, her yıl kışı geçirmek üzere 4.000 kilometrelik yolu 88 saat boyunca kanat çırparak ve okyanus üzerinde rotalarını şaşırmadan katederler.
Papağanlar ses taklidi yetenekleri ile en zeki birkaç canlıdan biridir. Papağanlar, çok farklı bir ses organı anatomileri olduğu halde -örneğin dişleri ve dudakları olmamasına rağmen- insanların çıkardığı seslere çok benzer sesler çıkarabilmektedirler.
Bilinen en küçük kuş olan sinek kuşu, uzun gagasıyla çiçek nektarları ve çiçeklerin içinde bulunan küçük böceklerle beslenebilir. Besin alabilmek için çiçeğin önünde havada asılı olarak kalması gerekir ve sahip olduğu özel yaratılışla bunu yapabilen tek kuş sinek kuşudur.
Baykuş ise ince ama keskin olmayan tüylerindeki özel yaratılış sayesinde, geceleri yaptığı av uçuşları sırasında tam bir sessizlik elde eder. Bugün baykuşun kanatları, hava türbülansını -gürültüyü- engellemesiyle bilim adamlarının taklit etmeye çalıştıkları tasarımlar arasında yerini almıştır.
3.5 metrelik kanatları ile en uzun kanat sahibi olan albatroslar yaşamlarının %92'sini açık denizlerde geçirirler ve neredeyse hiç karaya inmezler. Albatrosların çok uzun süre hiç durmadan uçabilmeleri ise, kanatlarını olabildiğince geniş açarak, kanat çırpmadan, hava akımlarını kullanarak uçmalarıyla mümkün olur.
Alakargalar topladıkları palamutları daha sonra kullanmak üzere toprağa gömerler. Her yeri birbirine benzeyen bir ormanın içinde 9 ay geçtikten sonra bile, güçlü hafızaları ile bu palamutları bulup ortaya çıkarabilmektedirler.
Kuşlar, yavrularıyla ilgilenme şekilleri, onlara olan şefkatli tavırlarıyla da son derece dikkat çekicidirler. Bazı kuşlar çok detaylı yuvalar yaparlar ve yuvanın tasarımında pek çok koşulu göz önünde bulundururlar. Örneğin deniz kenarında yaşayan kuşlar, yuvalarını batmayacak şekilde ve buna uygun malzeme ile yaparlar; hatta su yükseldiği takdirde yuva içindeki yavruların bundan zarar görmemesini hesap ederler. Sazlık bölgelerde yaşayan bazı kuşlar ise, yumurtaları rüzgarın etkisiyle düşmesin diye yuvalarının duvarlarını yüksek yaparlar. Kuşların ciltlerce kitap ile anlatılabilecek çeşitlilikteki birbirinden farklı özel yuva tasarımları, akılcı davranışları, fedakarlıkları akıl ve şuurdan yoksun bu canlılar için nasıl mümkün olmaktadır?
Kuşların sahip oldukları özellikleri zaman içinde yavaş yavaş kazanmış olmaları mümkün değildir, çünkü böyle bir sürecin ara aşamalarında hayatta kalmaları mümkün değildir. Nitekim evrimcilerin iddia ettikleri gibi aşama aşama mükemmelleşen bir canlı yoktur; aksine farklı canlı grupları, yeryüzü katmanlarında ilk belirdikleri andan itibaren şu anki mükemmel halleriyle bulunmaktadır.
Bunlar, kuşların yaratıldığının bilimsel kanıtlarıdır. Bu kanıtlar, insanlara Kuran'da öğretilen bir gerçeği teyit etmektedir: Bu canlıları, sahip oldukları yeteneklerle ve buna uygun tasarımlarla yaratan, herşeyin Yaratıcısı olan Allah'tır. Kuran'da Allah "... O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur..." (Hud Suresi, 56) ayetiyle canlılar üzerindeki hakimiyetini bildirmektedir.
Kuşlar da sahip oldukları kusursuz özellikleriyle göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'ın sanatının ve ilmininin örneklerinden sadece birini sergilemektedir:
... Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin tümünün mülkü Allah'ındır; dilediğini yaratır. Allah herşeye güç yetirendir. (Maide Suresi, 17)

EVRİMCİ SENARYOLAR VE ÇIKMAZLARI


Evrimciler kuşların sözde atasının, bir sürüngen grubu olan dinozorlar olduğunu öne sürerler. Ancak evrimciler dinozorların nasıl olup da kuşlara dönüştüklerini açıklayamazlar. Uçuşun kökeni ile ilgili öne sürülen belli başlı iki iddia vardır. Her iki iddia da saçma ve delilsizdir; yalnızca varsayımlara dayanmaktadır.
Cursorial (yerden yukarı) teori olarak bilinen iddiaya göre, dinozorlar yerden havalanarak kuşlara dönüşmüştür. Cursorial kelimesi Latince curcus kelimesinden türemiştir ve "koşarak, hızlı hareket" anlamına gelmektedir.
Arboreal (ağaçlardan aşağı) teori olarak bilinen görüşe göre ise, kuşların sözde ataları ağaçlarda yaşayan bir sürüngen grubu olan dinozorlardır; bu dinozorlar zamanla "daldan dala atlayarak kanatlanmış" ve kuşlara dönüşmüşlerdir.
Her iki teori de hayal gücüne ve varsayımlara dayanmaktadır. Ne arboreal teoriyi ne de cursorial teoriyi destekleyecek hiçbir kanıt yoktur. Evrimcilerin bu sorun karşısında hiçbir bilimsel değeri olmayan senaryolar üretmekten başka bir çözümleri yoktur.
Tufts Üniversitesi'nden Dr. Robert G. Cook'un editörlüğünü yaptığı Avian Visual Cognition (Kuşlarda Görsel Bilinç) adlı kitapta da kuşların kökeni konusunun spekülasyona ne kadar açık olduğundan şöyle bahsedilir:
Kuşların uçuş için sahip oldukları mükemmel tasarım, geçiş formları için olan fosil kanıtlarının yetersizliğiyle birlikte, kuşlarda uçuşun evrimi konusunu çok büyük bir spekülasyon alanı yaptı. Robert G. Cook, Avian Visual Cognition, Department of Psychology Tufts University, Comparative Cognition Press, Eylül 2001; http://www.pigeon.psy.tufts.edu/avc/husband/avc 3dino.htm 
Scientific American dergisinin 17 Ocak 2003 tarihinde yayınlanan "Origin of Bird Flight Explained" (Kuşlarda Uçuşun Kökeni Açıklandı) adlı makalede de -aslında içinde kuşların kökenine dair hiçbir gerçekçi açıklama yoktur- hem arboreal hem de cursorial teorilerin yetersizliğine şöyle değinilmiştir: ... hem arboreal hem de cursorial senaryolar açıklama getirmek açısından boşluklara sahiptir. Ağaçta yaşayanlara baktığımızda, günümüzde yaşayan yüzlerce uçmayan fakat süzülerek hareket eden omurgalılar içinden, hiçbir tanesi bile ek kanatları ile vuruş yapamaz. Doğal seleksiyon niçin yerde koşmak için ağır kaslı bacakları olan theropodlarda küçük ilkel kanatların gelişmesine onay versin? Dial [Montana Üniversitesi'nden evrimci bir biyolog olan Kenneth Dial], iki teorinin de adım adım adaptasyonların, tamamen gelişmiş uçuş mekanizmasına nasıl yol açtığına dair yeterli açıklama getiremediklerini ileri sürmektedir. "Origin of Bird Flight Explained", Scientific American, 17 Ocak 2003.
Cursorial Teoriye Göre Uçuşun Kökeni ve Yanılgıları
Cursorial teori, iki ayaklıların, koşarken gerçekleştirdikleri bir dizi sıçrayış ile uçmayı başardıklarını öne sürer. Sıçrayış mesafeleri arttıkça, kanatların denge ve itici kuvvet için kullanıldığını, bunun da başka herhangi bir ek vasıtaya gerek kalmaksızın uçma ile sonuçlandığını varsayar. Bu ütopik varsayımı açıklama girişimi iki şekilde olmuştur:
Böcek Ağı Modeli
Bu model, iki ayaklı canlılarda ön kolların serbest hareket edebildiğini, böylece avların daha kolay yakalanabildiğini öne sürer. Zaman içinde tüyler genişledikçe, kanatların, kovalama ve vurma yöntemiyle böceklerin yakalanması için daha iyi bir alet halini aldığını iddia eder. İddiaların devamı ise ön ayak büyüdükçe, hareketin bugünkü kanat çırpma yöntemiyle uçuşa dönüştüğü şeklindedir.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/7.jpg
HAYALİ ÇİZİM

Evrimci senaryolardan biri de, dinozorların kollarının, saniyede 1.000 kere kanat çırpabilen sinekleri yakalamaya çalışırken kanatlara dönüştüğü şeklindedir. Bu gülünç iddialar günümüzde karikatürlere konu olmaktadır.
Bu iddianın, evrim teorisine açıklama getirebilmek için yapılan zorlama bir model olduğu ortadadır. Bilinçsiz evrim mekanizmalarının canlı için neyin faydalı neyin faydasız olduğunu tespit etmelerini; bu tespit doğrultusunda öngörülü davranarak, canlının vücudunda gerekli değişiklikleri meydana getirmelerini beklemek son derece akıl dışıdır. Zararlı ve rastgele etkileri olan mutasyonların, canlılara faydalı değişimler sağlaması, gerçekleşmesi imkansız bir hayalden başka bir şey değildir. Kaldı ki bu teori, mutasyonların olumlu etkiler sağlayabileceği varsayılsa bile tutarsızdır. Çünkü kuşlar yukarı aşağı kanat çırparlar; ama böcekleri yakalamak için kullanılan hareket, uçuş hareketinden daha farklıdır. Böyle bir amaç için kuşların kanatlarını öne geriye hareket ettirmeleri gerekmektedir. Bu durumda böcek yakalamaya çalışan bir canlının, kollarının kanada dönüşmesi bir dezavantaj olacağı için, zaten böyle bir değişime ihtiyaç yoktur. Bu da evrimci iddialar açısından çelişkili bir durumdur. Çünkü evrimciler organların ihtiyaca göre geliştiğini iddia ederler.
Ayrıca evrimcilerin iddiaları doğrultusunda böcek yakalamaya çalışan canlıda kanat ve tüyler oluşsaydı, bu kanatlar ve tüyler avlanmak için kullanıldıklarında hasar görürlerdi. Bu da böcek ağı modeli iddiası açısından bir çelişkidir.
Eğer bir canlı kollarıyla böcek yakalamaya çalışırken kolları evrimleşseydi, canlının kollarında, avını yakalaması için, havanın geçişini sağlamak amacıyla (sineklik benzeri) hava deliklerinin olması gerekirdi. Ancak kuşların kanatları bu tür deliklere sahip değildir; tam olarak uçmak için yaratılmışlardır. Nitekim bilinen en eski kuş olan ve kusursuz bir uçuş anatomisine sahip olan Archæopteryx'in kanatlarında da hava delikleri yoktur. Bu da, onun bu yöntemle böcek yakalayamayacağını gösteren delillerden biridir. Sonuç olarak, tüm bunlar söz konusu modelin geçersizliğini ortaya koymaktadır.
Kanat çırpma modeli
Bu model, söz konusu canlıların avlarını çeneleriyle yakaladıklarını, havaya sıçrarken de ön ayaklarını iki yanlı dengeleyici olarak kullandıklarını iddia eder. Ön ayaklardaki büyümenin, kaldırma gücünde dakikalık gelişmelere neden olduğunu, bunun da daha ileriye sıçramalarını ve daha iyi avlanmalarını sağladığını varsayar. Zaman içinde meydana gelen sözde kanat uçlarındaki gelişmelerin ise kaldırma kuvvetini artırdığını ve bunun daha güçlü bir uçuşu mümkün kıldığını savunur.

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/8.jpg
Kuş kanatlarındaki kompleks tasarım, uçuşun rastlantısal mekanizmalarla açıklanmasının imkansız olduğunu gösterir. Bunu gösteren en önemli gerçek, bu mükemmel tasarımdaki indirgenemez kompleksliktir. Kanadı oluşturan parçalar aynı anda ve kusursuz olarak var olmalıdır. Herhangi birinin eksikliği durumunda diğer parçaların varlığı hiçbir anlam ifade etmeyecek ve sistem çalışmayacaktır.
Bu modele ait iddialar da son derece temelsizdir. Herşeyden evvel bir canlının sürekli yaptığı hareketlerden dolayı, vücudunda birtakım değişimler meydana gelmesi mümkün değildir. Üstelik böyle bir olayın meydana geldiğini farz etsek dahi, bu özelliklerin bir sonraki nesle aktarılması mümkün değildir. Bu, genetik biliminin bilinmediği bir dönemde Fransız biyolog Lamarck'ın ortaya attığı, ancak sonrasında açıkça çürütülmüş olan bir iddianın devamıdır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Araştırma Yayıncılık)
Kanat çırpma modelinin tutarsızlıkları hakkında bilim adamlarının yaptıkları eleştiriler genel hatlarıyla şöyledir:
- İyice açılmış kanatlar sürüklenmeyi artırarak hareketi yavaşlatacaktır.
- Karada yaşayan, yem arayan bir hayvanın kanat çırpması bir avantaj değildir.
- Teori yer çekimini dikkate almamaktadır ve enerji açısından son derece verimsizdir.
- Düşük hızda ve yere yakın uçuş, yüksek hızda uçuştan daha gelişmiştir ve daha komplekstir.
- Uçuşta yem araştırmak dengesizlik anlamına gelir ve çok hassas koordinasyonla yüksek manevra kabiliyeti gerektirir. Uzun dengeleyici kuyruğa sahip sıçrayan canlılarda bu tür hassas kontrol mekanizması mümkün değildir. http://www.bsu.edu/web/00cyfisher/ origin_of_flight.htm
Bu eleştiriler, ilk akla gelen çelişkileri çok genel olarak ifade etmektedir. Bunların yanı sıra bu teoriler birçok açıdan geçersizdir. Örneğin evrimcilerin iddialarına göre uçuş öncesi dönemle aktif uçuş dönemi arasındaki kanat aşamalarını göstermesi gereken ara geçiş fosilleri yoktur. Yani daldan dala atlayan bir canlının kanatları oluşana kadar geçirdiği yarı kanat-yarı ayaklı ara fosillerine hiçbir yerde rastlanmamıştır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Arageçiş Açmazı, Araştırma Yayıncılık)
Dinozordan kuşa dönüşüm iddiasında olan evrimcilerin, bu iddianın delillerini fosil kayıtlarından bulup göstermeleri gerekir. Çünkü eğer dinozorlar kuşlara dönüşmüş olsalardı, tarihte bu değişimi yansıtan yarı dinozor-yarı kuş canlıların yaşamış ve fosil bırakmış olmaları gerekirdi. Evrimciler uzun yıllar Archæopteryx'in böyle bir geçişi temsil ettiğini iddia etmişlerdir. Oysa yeni edinilen bulgular Archæopteryx'in sürüngen benzeri özelliklerinin abartıldığını ve canlıyı "ilkel kuş" saymanın hiçbir dayanağı olmadığını göstermektedir. (Bu konunun detayları için bkz. "Archæopteryx Bir Ara Geçiş Formu Değil, Soyu Tükenmiş Bir Kuş Türüdür" Bölümü)
Ayrıca bu teoriler, tüylerin kökeni, beynin kompleks yapısı ve uçuş için gerekli olan üç boyutlu algısal kontrolün nasıl sağlandığı gibi konularda da hiçbir açıklama getirmezler.

Cursorial Teorinin Tarihi Gelişimi ve Geçersizliği
Cursorial uçuş teorisi ilk defa Samuel Williston tarafından 1879'da ortaya atılmıştı. Williston, nasıl olacağının detaylarından hiç bahsetmeden uçuşun bir dizi adımlarla -koşarak, sıçrayarak, yüksekten atlayarak ve süzülerek- evrimleşebileceğini ileri sürdü. 1907'de ve 1923'te Franz Baron Nopcsa, Williston'un iddialarını detaylandırarak kanatların canlının karada koşarken hız yapması için gelişmiş olabileceğini iddia etti. Ancak koşu hızını artırmak için kanatları kullanmanın canlılarda hiçbir benzeri yoktur ve gerilmiş kanatlar sürüklenmeyi artırır. Ayrıca bu teori kanatların ilk defa nasıl ortaya çıktığını açıklamaya dahi girişmez. Dünyanın en önde gelen ornitoloji (kuş bilimi) uzmanlarından biri olan Kuzey Carolina Üniversitesi Biyoloji Bölümü Profesörü Alan Feduccia bu teoriye "aerodinamik saçmalık" adını vererek görüşünü özetlemektedir. -Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, Yale University Press, New Haven, CT, 1996, s. 98.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/9.jpg

HAYALİ ÇİZİM

Evrimcilerin dinozordan kuşa dönüşüm senaryoları, masalları aratmayan çizim ve hikayelerle doludur. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, sadece hayal gücünün bir ürünü olan bu iddialar, aslında evrimcilerin çaresizliklerinin bir göstergesidir. Küçücük bir sinekteki uçuş sistemini açıklayamayan bir teorinin, dinozorların kuşa dönüştüğünü iddia etmesinin ne denli açık bir çelişki olduğu ortadadır.

Yaklaşık 50 yıl sonra Yale Üniversitesi Jeoloji Kürsüsü Profesörü John Ostrom, cursorial teorinin yeni bir versiyonunu ileri sürdü. Ostrom, kolların böcekleri yakalamaya çalışırken kanatlara dönüştüğünü söyledi. John Ostrom'un iddialarına göre tüyler, ilk önce izolasyon için çıkmış ve daha sonra uzamıştı. Bu "böcek teorisi" dört temel zeminde eleştirildi ve 1983'te Ostrom kendi hipotezini reddetmek zorunda kaldı. Bir ifadesinde teorisinin gerektirdiği ara formların yokluğundan şöyle bahsediyordu:
Herhangi bir pro-avis'e (uçuş öncesi canlıya) ait hiçbir fosil kanıtı yoktur. O tamamen kuramsal bir kuş öncülüdür... -John Ostrom, "Bird Flight: How Did It Begin?", American Scientist, Ocak-Şubat 1979, no. 67, s. 47
Ostrom'dan sonra bu teoriyi devam ettirmek isteyenler de tüylü kanatların koşma, sıçrama sırasında vücudun yönlenmesini kontrol etmek için gelişmiş olduklarını öne sürdüler. Ancak onlar da kendilerinden öncekiler gibi haklı eleştirilere hedef oldular. Örneğin Leeds Üniversitesi'nden Profesör Jeremy Rayner bu hipotezdeki canlının havaya doğru sıçradığında koşma hızında %30-40 düşüş olacağını hesapladı ki, bu sonuç uçuşta ciddi problemler oluşturacaktı. Bu durum karşısında Rayner şöyle bir sonuca vardı: Böyle koşullardaki bir uçuş için çok fazla enerji gerekecek, buna karşın uçuş hızı da son derece düşük olacaktı. Bu sebeple Rayner, öne sürülen bu modelde uçuş için gereken morfolojik, fizyolojik ve davranış özelliklerinin noksan olduğunu, bu nedenle de modelin başarısız olacağını savundu. J. M. V. Rayner, "The Evolution of Vertebrate Flight", Biological Journal of the Linnean Society, 1988, cilt 34, s. 278
Teksas Müzesi Teknik Üniversitesi'nden paleontolog Sankar Chatterjee de yapılan değişikliklere rağmen, cursorial teorinin biyomekanik yönden savunulamaz olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Yer bilimleri profesörü ve paleontolog David. E. Fastovsky ile John Hopkins Üniversitesi Tıp Okulu'nda hücre biyoloğu ve anatomist olan David B. Weishampel de ilk kuşlarda koşmadan uçmaya geçiş için tatmin edici bir model bulamadıklarını ifade ettiler. David E. Fastovsky, David B. Weishampel, The Evolution and Extinction of the Dinosaurs, Cambridge University Press, Cambridge, 1996, s. 313.
Günümüzde denge için ön ayaklarını kullanan iki ayaklı canlı olmaması da önemlidir. Sadece benzer bir duruş şekline sahip kangurular (iki ayaklılık zorunluluğu, cursorial duruş, kısa ön bacaklar, uzun kuyruk açısından) teoriyi test etmek için bir örnek olabilir. Onlar iki ayakları üzerinde dururlar, fakat sıçrama sırasında kollarını ileri uzatmazlar, tam tersine kollar pasif bir role sahiptir. Ön kollarını sıçramanın hızını artırmak için uçuş vuruşu pozisyonunda tutmazlar. Paleontolog Sankar Chatterjee'nin ifadesiyle "Sıçramanın ortasında ve yere inme sırasında sürüklenme kuvvetini en aza indirmek için vücuda yakın, kıvrık şekilde dururlar." David E. Fastovsky, David B. Weishampel, The Evolution and Extinction of the Dinosaurs, Cambridge University Press, Cambridge, 1996, s. 313.
Evrimci bir biyolog olan Walter Bock ise cursorial teori ile ilgili iddiaların geçersizliğine şöyle değinmiştir:
Archæopteryx'in boyutunda karada yaşayan hiçbir küçük tetrapod bilmiyorum. (Örneğin, uçan-koşan bir form ya da ikincil bir uçuş veya bozulmuş uçuş formları) Bu ön ayakların koşma ya da sıçrama sırasında denge için kullanıldığı bir form da bilmiyorum. W. J. Bock, "The arboreal origin of avian flight", Memoires of the California Academy of Sciences, 1986, cilt 8, s. 68
Cursorial teori evrimciler açısından çözümü mümkün olmayan problemlerle karşı karşıyadır. Bu teorinin temel argümanı olan "bazı sürüngenlerin böcek avlamak için ön kollarını uzun süre çırptıkları için kollarının kanatlara dönüştüğü" iddiası da büyük bir çelişki içermektedir. Çünkü kanat gibi son derece kompleks bir organın, sinek yakalamak için nasıl meydana geldiği hakkında hiçbir açıklama yapılmamaktadır. Cursorial teorinin önde gelen savunucusu John Ostrom, her iki hipotezi savunanların bilimsel bir dayanakları olmadığını itiraf ederek iddiaları şöyle özetlemektedir:
Benim 'cursorial predator' teorim gerçekten de spekülatiftir. Fakat arboreal teori de aynı şekilde spekülatiftir. -John Ostrom, "Bird Flight: How Did It Begin?", American Scientist, Ocak-Şubat 1979, no. 67, s. 47

SİNEK AVLAYAN DİNOZORLAR MASALI
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/10.jpg
HAYALİ ÇİZİM
Cursorial teoriye göre, kuşlar sinekleri avlamaya çalışırken "havalanmışlar"dır. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, sadece hayal gücünün bir ürünü olan bu iddiada yer alan sineklerin kökeni ise evrimciler için belirsizdir. Sinek uçuşu son derece karmaşık ve kusursuzdur; evrimcilerin kuşlarda uçuşun kökenini açıklamak için gösterdiği örnek, yani sinek, zaten mükemmel bir uçma yeteneğine sahiptir. İnsan saniyede 10 kere bile kolunu açıp kapayamazken, bir sinek, saniyede ortalama 500 kez kanat çırpma yeteneğine sahiptir. Üstelik sinek bir savaş uçağından çok daha hızlı manevralar yapabilir, tavanda başaşağı durabilir, mükemmel bir şekilde yana, ileri-geri hareket edebilir ve durduğu yerde geri dönebilir. Ayrıca sinek her iki kanadını eş zamanlı olarak çırpar. Eğer kanatların titreşimi arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa sinek dengesini yitirecektir, ancak hiçbir zaman böyle bir uyumsuzluk olmaz.
Günümüzde sinekler üstün yaratılışları ile pek çok bilim adamının araştırma sahası olmuştur. California, Berkeley Üniversitesi'nde Biyoloji Profesörü olan ve 2001 yılında MacArthur Birliği'nin özel yetenek ödülünün sahibi olan Michael Dickinson'ın sineklerdeki uçuş sistemi hakkındaki ifadelerine The Scientist dergisinde şöyle yer verilmektedir:

Dickinson'ı gerçekte harekete geçiren, böceklerin uçuş konusundaki ustalıklarıdır... Ona göre böcekler halen bu gezegen üzerindeki en karmaşık uçuş makineleridir. Özellikle sineklerde, son derece özel davranışlarla sonuçlanan kendilerine özel ihtisas alanları bulunur: Geriye doğru havalanabilirler, yan uçabilirler ve baş aşağı iniş yapabilirler. Bu konuyla ilgili olarak Dickinson şöyle diyor: "Bu olağanüstü hareketler, sıradan olmaktan çok öte faydalı tasarımı akla getiriyorlar."1

Bilim adamları sinek uçuşunu taklit eden robot sinekler geliştirebilmek için, sinek uçuşunun detayları üzerinde halen çalışmalar yürütmektedirler. Sinek uçuşunu taklit etmek için, sineklerin kanatlarına etki eden kuvvetlerin nasıl oluştuğunun tespit edilmesi ve bunların büyüklüğünün ölçülmesi gereklidir. Ancak bu kompleks hareketlerin ölçümü, sineğin hızı nedeniyle neredeyse imkansızdır.

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/12.jpg
Meyve sinekleri ağırlıklarını havada tutabilmek için üç farklı aerodinamik mekanizma kullanırlar. (1) Kanat çırpma hareketinin büyük bir bölümünde, kanat yanlarında temel-yan girdaplar oluşur, böylece kaldırma kuvveti artar. Bu sürece "gecikmeli duruş" denir. (2, 3, 4) Kanat hareketinin sonunda, kanat art arda dönerek rotasyonel bir kaldırma kuvveti oluşturur. (5) Kanadın yukarı kalkması sırasında, kanat aşağı çırpmanın oluşturduğu rüzgarın içinden geçer. Kanat öyle bir şekilde yönlendirilir ki, hava akımı daha fazla kaldırma kuvveti oluşturur. Bu sürece "rüzgarı yakalama"denir.

Meyve sineklerinin aerodinamik prensiplerini bilmeleri ve bunları kusursuzca uygulamaları mümkün değildir. Onlar Allah'ın ilhamıyla hareket ederek, insanların taklit dahi edemedikleri bir uçuş sistemi kullanırlar.
Dickinson'a göre, "Dünyadaki hiçbir bilgisayar, bize bu kuvvetlerin ne olduğunu söyleyemez."2 Dickinson, 2002 yılının Kasım ayında yapılan bir toplantıda ise, nöroloji uzmanlarına "böceklerin uçuşunu anlamak, sinir sistemi üzerine çalışmaktan daha fazlasını gerektirir. Kasın mekaniğinden iskeletin biyomekaniğine ve kuşun aerodinamiğine kadar herşey, nörobiyolojik bir sorunun anlaşılmasında son derece önemlidir" demiştir.3

Bilim adamları uzun bir süre çok temel bir soruya cevap aradılar: Sinekler uçuşlarını nasıl yönetiyorlar? Hiç kimse, sineğin görsel sistemi ile kanatlarını kontrol eden kaslar arasında doğrudan bir bağlantı bulamamıştı. Dickinson yüksek hızda çalışan video kameralar kullanarak, sineklerin hareketlerini görüntülemeyi başardı ve sineklerdeki manevra kabiliyetini etkileyen faktörleri inceledi. Dickinson, yaptığı bu araştırmalar sonucunda sineklerdeki görsel sistemin uçuş hareketlerini kontrol ettiği, manevralarda zaman ayarlaması sağladığı yönünde deliller elde etti.

Michael Dickinson ve onun Berkeley'deki meslektaşları, sineklerin değişen görüntüler karşısında nasıl tepki verdiklerini bir sanal gerçeklik odası kullanarak çözdüler. Dickinson, saniyede 3.000-4.000 arası bir oranla titreşen görüntülerle, sineklerin gözlerinden gelen bilginin "halter" adı verilen bir organa iletildiğini keşfetti. Sineğin ciroskopu (uçuş sistemi) olarak hareket eden halterler, kanat kaslarını, hareketlerini ya da hücum açılarını değiştirmek için sinyaller gönderirler. Bu sistem, son derece hızlıdır. Örneğin her zaman çevremizde rastladığımız sinekler, görüntüdeki değişikliklere 30 salise gibi şaşırtıcı derecede kısa bir sürede tepki vererek uçuş yönlerini değiştirebilirler. Dickinson, sineklerdeki bu özel tasarım karşısındaki düşüncelerini şöyle aktarmaktadır:

Sinekler, aerodinamik açıdan gezegendeki en başarılı uçuculardır. Tavanda ya da meyilli yerlerde rahatlıkla durmak gibi diğer hiçbir hayvanın yapamayacağı şeyleri kolaylıkla yapabilirler. Özellikle iniş ve kalkışlarda çok yeteneklidirler. Bu konudaki becerileri diğer herhangi bir böcekten ya da kuştan çok fazladır. "Halter"ler, sineğin aerodinamik alandaki başarısının en önemli anahtarlarıdır. Bir sineğin "halter"lerini çıkarırsanız, tamamen dengesiz hale geldiğini ve hızla yere çakıldığını göreceksiniz.5
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı gibi, sineklerin günümüzün ileri teknoloji ile üretilmiş helikopterlerine örnek teşkil eden ve onlardan çok daha fonksiyonel olan uçuş sistemleri bulunmaktadır. Peki bu mükemmel sistem küçücük bir sineğin üzerinde kusursuzca nasıl meydana gelmiştir?
Evrimcilerin bu konuda verebileceği hiçbir tutarlı cevap yoktur. Tek bir sinek dahi yaratılışın açık bir delilidir. Allah'ın bu küçücük canlıda sergilediği üstün tasarım ise, O'nun sonsuz ilminin örneklerinden sadece biridir. Sinekteki üstün yaratılış ve evrimcilerin bu konudaki açmazlarını İngiliz biyolog J. Robin Wootton şöyle itiraf etmektedir:

Sinek kanatlarının işleyişini öğrendikçe, sahip oldukları tasarımın ne denli hassas ve kusursuz olduğunu daha iyi anlıyoruz. Son derece elastik özelliklere sahip parçalar, havanın en iyi biçimde kullanılabilmesi için, farklı kuvvetler karşısında gerekli esnekliği gösterecek biçimde, hassasiyetle biraraya getirilmişlerdir. Sinek kanatlarıyla boy ölçüşebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir.6

1. Laura DeFrancesco, "Learning How Flies Fly", The Scientist, vol. 16, no. 2, 21 Ocak 2002, s. 27; http://www.the-scientist.com/yr2002/jan/research2_020121.html
2. "Sinekler Nasıl Uçar?", Hürriyet Bilim dergisi, 22 Mart 2003.
3. http://www.the-scientist.com/yr2002/jan/research2_020121.html
4. Laura DeFrancesco, "Learning How Flies Fly", The Scientist, vol. 16, no. 2, 21 Ocak 2002, s. 27; http://www.the-scientist.com/yr2002/jan/research2_020121.html
5. http://www.berkeley.edu/news/magazine/fall_98/discoveries_fly.html
6. J. Robin Wootton, "The Mechanical Design of Insect Wings", Scientific American, vol. 263, Kasım 1990, s.120.

ABROREAL TEORİYE GÖRE UÇUŞUN KÖKENİ VE YANILGILARI
Cursorial teorinin çıkmaza girmesinden sonra O. C. Marsh, arboreal teoriyi ortaya attı ve bu teori evrimcilerin büyük bir çoğunluğu tarafından benimsendi. Ancak John Ostrom'un önceki bölümdeki itirafında yer aldığı gibi arboreal teori de bilimsel dayanağı olmayan iddialardan oluşmaktadır.
Arboreal teori ilk önce yerde koşan bir iki-ayaklının ağaçlardaki yaşama uyum sağladığını varsaymakta; ağaçlarda yaşarken ön kollarını paraşüt gibi kullanarak, daldan dala atladığını öne sürmektedir. Yine teoriye göre daha sonraları kanat çırpma uçuşu gelişmekte ve atlama aşamasında aerodinamik olarak önem kazanan tüyler, tesadüfi mekanizmaların etkisiyle zamanla uçuş tüylerine dönüşmektedir. http://www.geology.ucdavis.edu/~cowen /HistoryofLife/feathersandflight.html   
 HAYALİ ÇİZİM
Bu teori, ağaçlara tırmanan sözde uçuş öncesi canlının, ağaçtan ağaca atlamaya başladığını ve bunun da, uçuşun bir ön işareti olarak, kanat hareketleri ile sonuçlandığını öne sürer. Teoriye göre pullardan geliştiği iddia edilen ilk tüyler, ağaçtan ağaca atlarken bu hayvanların inişlerini paraşüt benzeri bir şekilde yavaşlatmıştır. Söz konusu canlılar sıçrayışlarını ve düşüşlerini bu şekilde kontrol etmişlerdir. Yine bu teoriye göre, "pro-avis" (uçuş öncesi) olarak ifade edilen canlılar, yerde yiyecek arayan hayvanlardır ve ağaçları, yuva kurmak, saklanmak ve tünemek için kullanmışlardır. Evrimci varsayımlara göre ağaçtan ağaca uzun mesafeli sıçrayışlar yapan bu canlılar, bir süre sonra süzülme hareketi, manevra kabiliyeti ve yavaş iniş geliştirmişlerdir. Sözde süzülme tam olarak geliştiğinde ise, kanat çırpma hareketi başlamış ve bu da bir süre sonra aktif uçuşla sonuçlanmıştır.
Dikkat edilirse, evrimci iddialarda delil sunulmadan, hep bir şekilde sonraki aşamaların gerçekleştiği iddia edilir. Oysa bunlar tamamen bu teorileri ortaya atan kişilerin hayal güçlerine dayandırılmaktadır ve hiçbir bilimsel temeli yoktur.
Arboreal teorinin savunucuları, sözde ilkel kuşların yerdeki düşmanlardan kaçmak ya da yuva yapmak gibi sebeplerle ağaçlara çıktıklarını, ön pençeleri ile ağaca tırmandıklarını, sonra da alçaktaki dallara atlarken süzülerek uçmayı öğrendiklerini iddia ederler. Ancak teoriyi eleştiren evrimciler Archæopteryx'in pençelerinin, yerde yürüyen, hızlı bir canlı için uygun olmadığını, bu pençelerin günümüzdeki tüneyen kuşlarınkine benzediğini belirtmektedirler. Robert G. Cook, Avian Visual Cognition, Department of Psychology Tufts University, Comparative Cognition Press, Eylül 2001; http://www.pigeon.psy.tufts.edu/avc/husband/avc 3dino.htm
Yer bilimleri profesörü ve paleontolog David. E. Fastovsky ve hücre biyoloğu ve anatomist David B. Weishampel arboreal teori konusundaki eleştirilerini şöyle dile getirmişlerdir:
İlk kuşların muhtemelen ağaçlara tırmandıkları ve bu pozisyondan uçmayı öğrendikleri ileri sürüldü. Ancak ilk arboreal kuş için tırmanma adaptasyonuna ait bir kanıt yok ve kuş olmayan theropodların hiçbirinde arboreal alışkanlık için iskeletlerinde de bir kanıt yok. David E. Fastovsky, David B. Weishampel, The Evolution and Extinction of the Dinosaurs, Cambridge University Press, Cambridge, 1996, s. 313.

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/14.gif
Evrimcilerin iddia ettiği gibi aşama aşama mükemmelleşen canlılar yoktur, aksine canlılar yeryüzü katmanlarında ilk belirdikleri andan itibaren şu anki mükemmel halleriyle bulunmaktadırlar. Bu, evrimcileri çıkmaza sokan önemli bir sorundur. Çünkü milyonlarca olması gerekirken, bu iddialarını kanıtlayan tek bir delilleri bile yoktur... Kuşlar da milyonlarca yıldır bugünkü mükemmel aerodinamik tasarımları ve uçuş yetenekleriyle var olmuşlardır.
İşin ilginç yanı bu teoriyi eleştirenler, bu teoriden daha da tutarsız olan bir başka teoriyi yukarıda açıkladığımız cursorial teoriyi- savunmaktadırlar. Böyle bir durumda olmalarının sebebi ise, kendilerini evrim kalıpları içinde açıklama getirmeye zorlamalarıdır. Dinozorların zaman içerisinde kanatlanarak uçtuklarını savunanlar, günümüzde en çok Alan Fedducia ve Larry Martin'in savunduğu "ağaçtan aşağıya" (arboreal) teorisini eşit derecede eleştirmektedirler. Kanıtlar göstermektedir ki, iki iddianın taraftarlarının da eleştirileri doğrudur: Kuşlar ne koşan dinozorlardan ne de ağaçta yaşayan küçük sürüngenlerden evrimleşmiştir. Dogmatik evrim anlayışından bağımsız olarak düşünen herhangi bir kişi de, öne sürülen iddialardaki tutarsızlıkları kolaylıkla görecektir.
Bu teorilerin hiçbiri, herhangi bir kanıt olmadığından ve bilimsel bir temele dayanmadığından, hayali iddialar olmaktan öteye gidememişlerdir. Dünyaca ünlü, omurgalı paleontolojisi uzmanı Robert L. Carroll'un bu konudaki yorumu, "günümüzde ne yapısal ne de fizyolojik argümanların bu (kuşların kökeni hakkındaki) anlaşmazlığı kesin olarak sonuçlandıramadığı" şeklindedir. Minnesota Üniversitesi'nden Profesör Phil Regal da, "uçmak için gerekli tüylerin kökenine ilişkin tüm mevcut teoriler (...) yetersizdir" yorumunda bulunmuştur. Pennsylvania Eyalet Üniversitesi'nde biyolog olan James H. Marden de uçuşun kökeni ile ilgili öne sürülen iddialar hakkında şöyle söylemektedir:
Teorisyenler, yarım yüzyıllarını kuşların uçuşunun ağaçtan aşağıya süzülme yoluyla mı yoksa yerden yukarı koşarak ya da sıçrayarak mı olduğunu tartışarak geçirdiler ve görünürde belirgin herhangi bir sonuca varamadılar. J. Marden, "How Insects Learned to Fly?", The Sciences, cilt 35, no. 6, 1975, s. 27.
Evrim teorisine karşı çıkan anatomist David Menton kendisi ile yapılan bir röportajda kuşların kökeni ile ilgili şunları söylemektedir:
Bu konuda iki teori bulunmaktadır: Arboreal ve cursorial. Her bir grup, diğer grubun tamamen yanlış olduğu konusunda oldukça emindir. Evrimci John Ostrom, tüylerin dinozorların ön kollarındaki geniş pullardan evrimleştiği ve bu uzun tüylerin geliştikçe sinekleri yakalamak için kullanıldığı tahmininde bulunmuştu. Tüyler ağırlıklarına göre oldukça güçlü olmalarına karşın onların böcekleri yakalamak için biraraya geldiklerini düşünmekten daha kötü bir teşhis düşünemiyorum. Aynı zamanda tüyler sadece bu amaç için kullanılmak açısından inanılmaz derecede kompleks bir yapıya sahiptir. Ve böcek yol üstünde değilse rüzgara kapılacaklardı. Kuşlar her halükarda kollarını önde çırparak kapatamamaktadır- bu tip bir omuza sahip değiller... [Dr. Carl Wieland'ın "teorilerden biri için delil var mı?" sorusu üzerine şöyle devam eder.] Tek bir delil bile yok - ayrıca her iki görüşe sahip olan insanlar da bu yorumu yapıyorlar... Canlı ya da fosil, pulların uzaktan da olsa tüylere benzediğini gösteren hiçbir örnek yoktur. Archæopteryx, modern kuşlar gibi eksiksiz tüylere sahiptir. "Bird Evolution Flies out the Window", An anatomist talks about Archæopteryx: David Menton with Carl Wieland; Creation Ex Nihilo, cilt 16, no. 4, Temmuz-Ağustos 1994, s. 16�9.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/15.jpg

1. Seyrek kanat örtü tüyleri
2. Ana kanat örtü tüyleri
3. Üçüncül uçuş tüyleri
4. İkincil uçuş tüyleri
5. Birincil uçuş tüyleri
Kanatları oluşturan tüyler bilim adamlarını hayranlık içinde bırakacak komplekslikte bir yaratılışa sahiptir. Ancak bir kuşun tüylere sahip olması, uçması için yeterli bir koşul değildir. Bu tüylerin kanat denilen çatı üzerinde, her iki tarafa eşit dağılarak, belirli bir dizilimle yerleşmesi gereklidir. Tüyleri gelişigüzel dizecek olsanız, kuşun uçması mümkün olmaz. Dolayısıyla uçmanın rastgele etkilerle kazanılabilecek bir yetenek olmadığı açık bir gerçektir. Kuşlar uçuşa elverişli tasarımları ile Allah'ın sonsuz sanat ve ilmini sergileyen canlılardan sadece biridir.
Her iki teorinin savunucuları, aralarındaki bu anlaşmazlık nedeniyle birbirlerinin iddialarının hiçbir geçerli delile dayanmadığını göstermişlerdir. Ortaya çıkan sonuç, kuşların kökenine dair evrimci bir açıklamanın var olmadığıdır.
Evrimcilerin kuşların kökeni konusunda göz ardı ettikleri en önemli noktalardan biri, kanatların sahip olduğu indirgenemez kompleks yapıdır. Kanatlar ancak mükemmel yapılarıyla bulundukları takdirde fonksiyoneldir; dolayısıyla "yarım kanat", "eksik kanat" gibi yapıların uçma açısından hiçbir fonksiyonu yoktur. Bu durumda evrim teorisinin öne sürdüğü başlıca mekanizma olan "kademeli gelişim" modeli hiçbir şey ifade etmemektedir. (Bu konunun detayları için bkz. "Kanatlardaki İndirgenemez Komplekslik" Bölümü)

Evrimcilerin Alternatif Üretme Çabaları
Montana Üniversitesi'nden Kenneth Dial isimli evrimci bir biyolog, uçuşun kökeni ile ilgili yapılan yorumlara spekülatif bir evrim senaryosu daha ekledi. Dial'ın iddiası Ekim 2001'de dünya basınında geniş ölçüde yer aldı. Ancak tek bir bilimsel kanıta dahi dayanmıyordu.
Dial'ın tezi, Alectoris chukar türüne ait keklikler üzerinde yaptığı bazı gözlemlere dayanmaktadır. Bu kekliklerin özelliği, bir yamaç veya dik bir ağaç gövdesine tırmanırken uçmak yerine koşmayı tercih etmeleridir. Keklikler bir yandan koşarken bir yandan da hızlarını artırmak için kanatlarını çırpmaktadırlar. Kısa mesafelerde gerçekleşen bu koşuya "Kanat Destekli Yamaç Koşusu" (KDYK) ismi verilmiştir.
Söz konusu yamaç yukarı koşu sırasında keklikler ayaklarının yanı sıra kanatlarını çırpmakta, böylelikle yer çekiminin etkisini azaltmaktadırlar. Ayakları, yeri kavrayacak şekilde tasarlanmış olan bu canlının kanatları da bir yarış arabasındaki rüzgarlık görevini görür. Dial da bu örneğe dayanarak ilk kuşların kanatlarını uçmak için değil, koşmak için kullanmış olduklarını öne sürer. Bu hayvanların, ön uzuvlarını sürüngenler gibi öne arkaya değil, günümüz kuşlarının yaptıkları gibi yukarı aşağı hareket ettirdiklerini varsayar.
Dial, ortaya attığı bu fikirle, 1800'lerden bu yana uçuşun kökeni üzerine tartışan - dinozorların kara canlıları olarak veya ağaçtan ağaca sıçrarken uçmayı öğrendiklerine inanan- iki taraf arasında orta bir noktayı bulmayı amaçlamıştır. Ancak bu iddia pek itibar görmemiştir. Los Angeles Bölgesi Doğa Tarihi Müzesi'nden Luis Chiappe, dinozorların keklikler gibi davranıp davranmadıklarının hiçbir zaman öğrenilemeyeceğini ifade ederek konuyu şöyle yorumlamıştır:
Öyle sanıyorum ki insanlar kuşların uçuşunun kökeni konusunda tartışmayı daha uzun dönemler sürdürecekler. Elizabeth Pennisi, "Uphill Dash May Have Led to Flight", Science, cilt 299, no. 5605, 17 Ocak 2003, s. 329.-

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/16.jpg
Keklikler, bir yamaca veya dik bir ağaç gövdesine tırmanırken uçmak yerine koşmayı tercih ederler. Koşarken hızlarını artırmak için kanatlarını çırparlar. Bu şekilde kanatları bir yarış arabasındaki rüzgarlık görevini görür. Bu hareketler ne kekliklerin az gelişmiş olduğunu gösterir, ne de kuşların dinozorlardan evrimleştiğine bir delildir.
Kenneth Dial araştırmaları sonucunda, yavru kuşların da neredeyse erişkinler kadar "kanat destekli yamaç koşusu" yeteneğine sahip olduklarını gözlemlemiştir. Yumurtadan çıkan kekliklerin 4. günde 450'lik yamaçlara bu şekilde tırmanabildiğini, henüz büyümekte olan kanatlarının da bu koşuda aerodinamik etki oluşturduğunu tespit etmiştir. Gelişmekte olan bu kanatlar üzerinde bazı deneyler yapmış, tüylerini kısalttığı kuşların kanatlarında aeorodinamik etkinin azaldığını, bu kuşların tüyleri kısaltılmamış kuşlar kadar iyi tırmanamadıklarını görmüştür. Laboratuvarda yapılan ayak testleri keklik, tavuk, hindi, bıldırcın ve orman tavuğu gibi diğer yerde yaşayan bazı kuşların da dik eğimlerde ve dikey yüzeylerde koşarken küçük kanatlarını çırptıklarını göstermiştir. Ancak bu hareketler ne bu canlıların az gelişmiş olduğunu gösteren bir ölçüdür, ne de kuşların dinozorlardan evrimleştiğine bir delildir.
Bir evrimci olan Dial, kekliklerin yamaç koşuları ile ilgili gözlemlerini, hayali dinozor-kuş evriminde bir yere yerleştirmeye çalışmıştır. Dinozorları kuşların atası olarak benimseyen Dial'ın oluşturduğu senaryoya göre, avcılardan kaçan dinozorlar, panik içinde yamaçlara yöneldiklerinde ön kollarını hız kazanmak amacıyla çırpmış, böylece ön kollar zaman içinde kanatlara dönüşmüştür. Dial'ın bu iddiasının yalnızca hayal gücüne dayalı olduğu açıktır. Kuşların tüylerini kısaltarak aerodinamik etkinin azaldığını göstermek, dinozorların sözde uçuşunu gösterme konusuna hiçbir bilimsel açıklama getirmemektedir. Bu daha çok bir evrimcinin, hayali dino-kuş modelini zihinlere yerleştirerek, göz boyamak için ortaya attığı asılsız bir iddiadır. Alan Feduccia'nın Dial'ın iddiaları hakkındaki yorumu ise şöyledir:
Dial'ın çalışması şaşırtıcı derecede zayıftır. Özellikle galliform kuşları, en yüksek düzeyde türemiş uçan kuşlar arasında olmaları ve yerden uçuşa geçebilmek için gerekli olan büyük bir göğüs kasına sahip olmaları nedeniyle, çok kötü (zayıf) bir seçimdir. Bu yüzden avcılar tarafından sevilirler; etleri hem çok hem de iyidir! Vücutlarının %35'i ya da daha fazlası uçuş için gerekli düzen için ayrılmıştır. Karşılaştırma yapıldığında bu oran Archæopteryx'de %8 ya da daha düşük, theropodlarda ise bundan da düşüktür. Öyleyse, bulguları ne anlama gelmektedir? Hiçbir şey! 10 Eylül 2003, Alan Feduccia'dan email mesajı






Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd (övgü) de O'nundur. O, herşeye güç yetirendir.(Teğabün Suresi 1)

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/17.jpg
Böyle bir iddianın bir bilim adamına ait olması ve bir bilim dergisinde yayımlanmış olması, bazı insanları bu tür hikayelerin bilimsel bir temeli olduğu yanılgısına sürükleyebilmektedir. Oysa bilimsel bulgular, Dial'ın iddiasının bir masaldan farklı olmadığını açıkça göstermektedir.
Dahası, kuşların kökeni konusunda evrimcilerin açıklaması gereken, sadece kanatların ve uçuşun kökeni değildir. Bir kuşun aşamalarla geliştiğini kabul etmek, kuşlardaki tüm kompleks yapı ve sistemlerin, tek yönlü akciğer tasarımının, içi boş kemiklerin, tüylerdeki çengel ve tüycüklerin, hafif ama esnek yapının, kuşun sıcakkanlı metabolizmasının ve bu mükemmel tasarımı gözler önüne seren daha pek çok detayın aşamalarla geliştiğini kabul etmek olacaktır ki bu imkansızdır. Ayrıca bu organ ve sistemlere eksik halleriyle sahip olan bir canlının hayatta kalması mümkün değildir.
Tüm bunların dışında, teknoloji alanındaki gelişmeler de uçan canlıların ve uçuşun özel olarak yaratılmış olduklarını göstermektedir. Hayvan genetiği alanında profesörlük yapan Conrad Waddington canlıların kökenini rastlantılar ve kör doğa mekanizmalarına dayandırmaya çalışmanın mantıksızlığını şu sözleriyle ifade etmektedir:
Mükemmel şekilde adapte olmuş biyolojik mekanizmaların evriminin, her biri kör tesadüflerle üretilen gelişigüzel varyasyon setinden birinin seleksiyonuna bağlı olduğunu farz etmek, tuğlaları üst üste yığarak en sonunda kendimiz için en hoş evi seçebileceğimizi ileri sürmeye benzer. A. Koestler, "The Ghost in the Machine", London, 1989, s. 127; [Conrad H. Waddington, "The Listener", London, 13 Kasım 1952]
Tüm bu teoriler öylesine sığ mantıklara dayanmaktadır ki, bir canlının uçması için ne kadar çok koşulun birarada olması gerektiği tamamen göz ardı edilmektedir. Kolların kademe kademe kusursuz bir kanada dönüşmesi ve üstün manevra yeteneğine olanak verecek bir tasarım kazanması, kuşkusuz %99'u zararlı olan rastlantısal mutasyonlarla sağlanamayacak kadar hassas bir ayarlama gerektirir. Nitekim bilimsel açıdan böyle bir geçişi destekleyen tek bir bulgu bile yoktur. Üstelik söz konusu canlının, tesadüf eseri faydalı bir mutasyonun isabet etmesini beklerken, yarı sakat biçimde varlığını sürdürmesi evrim teorisinin en temel mekanizması olan "doğal seleksiyonla seçilim"e göre zaten mümkün değildir. Bu imkansızlığın bir şekilde üstesinden gelindiğini düşünsek bile; dinozor iskeletinin içi boş kemiklere, akciğerinin tamamen başka bir yapıya dönüşmesi, uçuş için uygun kasların ortaya çıkması, vücudun aerodinamik bir yapı kazanması, algıların uçuşu mümkün kılacağı şekilde beyinde gerekli değişikliklerin meydana gelmesi ve daha pek çok aşılmaz özelliklerin birarada olması gerekir. Rastlantısal mutasyonların böylesine isabetli seçimler yapması, bu değişiklikleri bir tasarım dahilinde bir canlı türünde biriktirmesi ise akıl ve mantıkla bağdaşmaz. Kuşların rastlantılarla değil, , kusursuz bir yaratılışla ortaya çıktıkları, yani yaratıldıkları açıktır.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/18.jpg

Sürüngenden kuşa dönüşüm iddiaları, en başta fizyolojik ve anatomik yönden imkansızdır. Bu nedenle evrimcilerin kuşların kökeni ile ilgili iddiaları hayali izahlardan öteye gidememektedir.
Bilimsel delillerle vardığımız bu sonuç, Kuran'da öğretilen bir gerçeği ortaya koymaktadır. Allah canlıları örneksiz yaratandır ve doğada bulunan her tür, Allah'ın yaratma sanatındaki çeşitliliğin birer göstergesidir. Kuran ayetlerinde şöyle bildirilmektedir:

Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O'dur; bu O'na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O'nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Rum Suresi, 26-27)

CANLILARDAKİ KOMPLEKS UÇUŞ SİSTEMLERİ


Kuşlardaki tasarımın ve bu tasarıma dayanan uçuş hareketinin evrimle açıklanması pek çok açıdan imkansızdır. Bir önceki bölümde açıkladığımız kanatların yapısı bu imkansızlıklardan sadece biridir. Kuşlardaki uçuş çok kompleks bir sisteme dayanır ve uçuş kontrolü için canlının, kaslarını kusursuz olarak kontrol edebilen bir sinir sistemine de sahip olması gerekir. "Sinir-kas kontrolü" adı verilen bu sistemde sinir hücreleriyle kas hücreleri her an haberleşme halindedir. Kaslar sinir hücrelerinden aldıkları emirle kasıldıktan sonra, pozisyonlarını bildiren geri bir sinyal gönderirler. Bir kuş yükseldiği, havada süzüldüğü ya da iniş yaptığı zamanlarda, bu yapı gerekli aerodinamik sistemi oluşturmak üzere devreye girer.
Hayvanların, içinde bulundukları ortamlara nasıl uyum sağladıklarına baktığımızda, birçok hayvanın vücudunda, insanların övünerek sundukları teknolojik başarıların çok daha ötesinde mekanizmalar olduğunu fark ederiz.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri "uçma"dır. Eğer küçük bir uçak, bir yağmur kuşu kadar verimli olmuş olsaydı, bir litre benzin ile 56 km uçması mümkün olurdu. Ancak böylesine ekonomik bir uçuş şu an uçak tasarımcılarının ve mühendislerin "ideal"ini oluşturmaktan öteye gidememektedir.
Kuşlar bilim adamlarını hayranlık içinde bırakan mükemmel bir aerodinamik yapıya sahiptir. Bu yapı vücutlarının her detayında görülmektedir:
* Ağırlıklarına kıyasla çok kuvvetli, aynı zamanda esnek ve hafif, son derece kompleks yapıya sahip tüyler,
* Kuvvetli kaslar tarafından kontrol edilen güçlü kanatlar,
* Esnek, güçlü, aynı zamanda hafif ve içi boş kemikler,
* Birleşik iskelet yapısı,
* Büyük, güçlü bir kalp; yüksek kan basıncına ve solumayı kolaylaştıracak fazladan miyoglobin pigmentine sahip dolaşım sistemi,
* Kemiklere kadar nüfuz eden keseciklere sahip solunum sistemi,
* Yüksek vücut ısısı ve şeker birikimi sağlayan sindirim sistemi,
* Su ve ağırlık kaybını önlemek amacıyla vücuttaki atık sıvıların toplanması,
* Halen sırları çözülememiş olan yön bulma sistemi,
* Uçuş esnasında her tüyün pozisyonunu özel olarak ayarlayan güçlü bir sinir koordinasyonu�br />
Uzayıp giden bu özelliklerin hiçbiri, tek başına uçuş için yeterli değildir, ancak tamamı birarada olduğunda kuşlar uçabilir. Her bir özelliğin diğerlerinden bağımsız olarak yavaş yavaş gelişip, sonra da birbiriyle uyumlu hale gelmeleri mümkün değildir. Çünkü bu özelliklerin tümü kuşun uçuşunu mümkün kılmak için var olan özelliklerdir ve birbirlerinden bağımsız, tek başlarına bunu gerçekleştirmek için yeterli değildirler.

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/58.jpgBir uçağın uçması için ne kadar çok unsurun göz önünde bulundurulduğu düşünülecek olursa, kuşların ne denli zor hesaplara dayanan bir eylemi gerçekleştirdikleri daha iyi anlaşılacaktır:

Uçağın uzunluğu, yüksekliği, kanat uzunluğu, kanat yüzey alanı, maksimum kalkış ağırlığı, maksimum iniş ağırlığı, motor sayısı ve gücü, yakıt kapasitesi, maksimum menzili, seyahat hızı, kalkış mesafesi...

Uzayıp giden bu hesaplar uçuş esnasında da devam eder: Uçağın hangi yükseklikte uçacağı, nasıl manevra yapacağı, alçalacağı ya da savrulmadan dengede kalacağı, yakıt kullanımı, yön tayini, zorlu hava koşullarında nasıl tedbir alınacağı...

Kuşlar ise hiç bu tür hesaplar yapmazlar. Onlar doğdukları andan itibaren bu ince hesaplarla ayarlanmış bir uçuş mekanizmasına sahiptirler. Uçuşları da son derece kontrollü, dengeli ve ustacadır.
BBC ve NBC kanalları için belgesel hazırlayan, Jeoloji Birliği üyesi, araştırmacı yazar Richard Milton kuşun uçuşundaki tasarım için şunları söylemektedir:
Fakat bu örneğin, insanların -Darwinci olsun ya da olmasın- oldukça büyük bir kısmının paylaştığı bir inancı temsil ettiğine inanıyorum: İnsan ve diğer bütün türlerin tasarımında bir kaçınılmazlık vardır. Kuşun uçuşunda, daha verimsiz uçma tasarımlarının sahip olmadığı bir güzellik ve zerafet vardır ve bu, kuşların yalnızca havayı fethetmesini değil, aynı zamanda orada egemen olmasını da sağlar.
Ayrıca bu mükemmel form, otomobil ve jet uçakları gibi yapay insan tasarımlarında da açıkça görülmektedir: Onlarca yıl boyunca yapılan birçok deneme tasarımı, tecrübe süzgecinden geçerek tek bir optimum tasarıma ulaşmaktadır�Bir kartalın uçuşu ve çitanın hızlı koşusu�Bu hayvanlar genetik alanda keyfi bir noktaya ulaşmamışlardır; bunlar, yaşadıkları ortamdan en iyi şekilde yararlanabilecekleri eşsiz bir konuma ulaşmışlardır.
Kuşlar uçuş şekilleri ve kanat yapıları itibariyle bir yaratılış harikasıdır. Kuşlardaki bu eşsiz özellikler yıllardan beri uçak mühendislerinin ilham kaynağı olmuştur. Ancak kuşun, tüm bu parçalarını kendisinin meydana getirmediği çok açık bir gerçektir. Aynı şekilde tesadüfi etkilerle işleyen sözde evrim mekanizmasının tüm canlılardaki mükemmellikleri bilinçsizce tasarladığını düşünmek de bir o kadar akıl dışıdır. Bu yapılar çok açık bir şekilde bir kuşun uçması amacıyla bilinçli bir şekilde yaratılmıştır. Bu yaratma "alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı" olmayan Yüce Rabbimiz Allah'a aittir. (Hud Suresi, 56) Allah bir Kuran ayetinde şöyle buyurmaktadır:
Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)

KUŞLARIN UÇMAYA ELVERİŞLİ TASARIMLARI BİLİNÇLİ
YARATILIŞIN DELİLLERİNDEN...

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/59.jpg
1. resim: Kuşların yüksek miktardaki oksijen ihtiyacını kesintisiz olarak karşılayan özel solunum sistemi
2. resim: Yüksek enerji tüketimini karşılamak üzere, alınan besinleri en verimli şekilde değerlendiren sindirim sistemi
3. resim: Uçuş için ideal, hafif, güçlü ve içi boş kemiklerden oluşan birleşik iskelet yapısı
4. resim: Hafif, esnek ve uçmaya elverişli özel aerodinamik tasarıma sahip tüyler

BİLİM ADAMLARI CANLILARDAKİ MÜKEMMEL TASARIMLARDAN İLHAM
ALMAYA DEVAM EDİYORLAR

Kazların uçuşunu örnek alan bilim adamları, uçakların uzun mesafeleri "V" şeklinde otonom olarak uçmalarını sağlayan bir sistem geliştiriyorlar. Bu uçuş düzeninin uçaklarda da kazların göç uçuşunda olduğu gibi enerji tasarrufu sağlayacağını ümit ediyorlar.
"V" düzeni ile uçan jet uçakları, liderlerinin oluşturduğu hava akımları üzerinde giderek enerjiden tasarruf ederler. Uçağı el kontrolüyle ideal noktada tutmak yorucudur, bu nedenle NASA'nın Dryden Uçuş Araştırma Merkezi, UCLA ve Boeing tesislerindeki mühendisler, bu işi otomatik olarak gerçekleştiren bir sistem geliştirmektedirler. Bilim adamları bir gün, yolcu, kargo ve askeri uçakların %20 yakıt tasarrufu yapmak için bu uçuş şeklini taklit edebileceklerini umuyorlar. Projenin baş mühendisi Brent Cobleigh "New York ile Los Angeles arasında günde bir kez giderek, yılda 250 gün uçuş yapan bir 777 uçağı, bu yöntemle yakıttan milyonlarca dolar tasarruf edecek" demektedir.1 Nitekim iki NASA jeti, bu uçuş şeklinin önemli bir yakıt tasarrufu sağladığını ilk defa gösterdiler. Uçaklar aynı mesafeyi uçmuş olmalarına rağmen, sonuçlar ikinci uçağın öndeki uçaktan %12 daha az yakıt kullandığını ortaya koydu.
1. Fenella Saunders, "It's a Bird, It's a Plane", Discover, vol. 23, no. 5, Mayıs 2002.

Dedi ki: "Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olan herşeyin Rabbidir. Eğer 'kesin bilgiyle inanıyorsanız' (böyledir)."
(Şuara Suresi, 24)

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/60.jpg

KUŞLARIN METABOLİZMASINDAKİ HİKMETLİ YARATILIŞ

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/61.jpgSinek kuşları, omurgalılar arasında en yüksek metabolizma hızına sahip canlılardır. Tünediklerinde 700-850 kere atan kalpleri, havada asılı durur şekilde uçtuklarında dakikada 1.200 kere atmaya başlar. Boylarına göre bir jetten daha fazla yakıt harcarlar. Eğer biz bu oranda enerji harcayacak olsaydık, vücut ısımız 4000C'e yükselirdi ve bu enerjiyi karşılamak için, her gün 45 tane bir kiloluk şeker paketi tüketmek zorunda kalırdık. Ancak sinek kuşları vücut ısılarını 400C'den 150C'nin altına düşürebilirler ve aynı zamanda metabolizmalarını etkili bir şekilde yavaşlatırlar. Enerjilerini korumak için uyuşukluk pozisyonunu kullanırlar. Bu durum tüylerinin kabardığı, gagalarının havaya doğru kalktığı ve kalp atışlarını dakikada 50 atışa kadar düşürdükleri zamanlardır.1
Allah bu küçücük canlıları pek çok üstün özellikle yaratmıştır. Sinek kuşları Allah'ı hakkıyla takdir edebilenler için Allah'ın varlığının ve gücünün sayısız delillerinden biridir. Bir ayette şöyle bildirilmektedir:
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)
1. John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Co., Inc., New York, 1999, ss. 161-162.

Kuşların aerodinamik uçuşu Allah'ın ilhamı ile gerçekleşmektedir

Aeorodinamik bilimi, katı cisimlerin hava gibi bir akışkan karşısındaki davranışlarını inceler. Örneğin bir uçak hava içinde hareket ederken, hareketine etki eden değişik kuvvetler ortaya çıkar. Bu "aerodinamik kuvvet"ler karşısında, uçağın rüzgar içerisinde daha rahat hareket edebileceği şekilde dizayn edilmesi de "aerodinamik tasarım"dır.

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/62.jpg
Uçaklar uçuş öncesi ve sonrasında kapsamlı bakıma tabi tutulurlar. Bunun için konusunda uzman onlarca kişi seferber olur. Küçük bir ihmalin uçağın düşmesine sebep olduğu düşünülürse, uçmak için ne kadar çok detayın göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır. Kuşlar ise bu bakımlarını kendileri yaparlar. Kuyruklarının dibindeki yağ keseleri ile tüylerini yağlar ve gagaları ile düzeltirler. Bu bilinçli davranış Allah'ın kuşlara ilhamı ile gerçekleşir.
Hava içinde hareket eden cisimlerin -örneğin bir uçağın- planlandığı şekilde hareket etmesi ve beklenmedik bir kuvvetle ya da dirençle karşılaşmaması için, havanın gösterdiği direnç kanunlarına karşı uçak önceden test edilir. Bu, uçağa ait bir modelin hava içerisinde hareket ettirilmesiyle ya da durağan haldeyken laboratuvar ortamında üzerine hava akımı yollanmasıyla gerçekleşir. Hesaplamalar, ölçümler, deneyler sonucunda cismin hava içindeki hareketi planlanır.
Aerodinamikte en önemli deney aracı "rüzgar tüneli"dir. Test edilecek uçak, roket, otomobil, hatta köprü ve bina modelleri önce rüzgar tünelinde denenir. Model cisimler rüzgar tünelinde, deneme hızına göre şiddeti ayarlanan bir hava akımına tutulur. Bu modellerin akım içerisindeki davranışı gözlenerek gerekli düzenlemeler yapılır ve modele aerodinamik bir biçim verilmeye çalışılır.
Aerodinamik havacılık, uzay çalışmalarının yanı sıra otomobil sanayiinden inşaat mühendisliğine çok geniş alanları kapsar. Örneğin yeni geliştirilen bir otomobil modelinin ekonomik olması -diğer bir deyişle az yakıt sarf etmesi- için, bu model önce rüzgar tünelinde denenir ve hava akımına en az direnç gösterecek aerodinamik şekil bulunmaya çalışılır. Kuşlar ise aerodinamik biliminin prensiplerini sergileyen kusursuz yaratılışlarıyla bilim adamlarını hayranlık içinde bırakırlar. Bu canlılar hiçbir deneme-yanılma yapmadan, sonradan hiçbir düzenlemeye ihtiyaç duymadan mükemmel bir şekilde uçarlar.
Kuşlar ve uçaklar genel hatlarıyla bakıldığında aynı nedenlerden dolayı uçarlar. Kuşlar da havada süzülürken, tıpkı uçaklar gibi havada asılı kalırlar ve kanatlar onlara kaldırma gücünü sağlar. Bununla birlikte, kuşlar kanatlarını çırparak gökyüzünde alçalıp yükselirken, uçakların bu hareket için güçlü motorlarını ve kontrol sistemlerini birlikte kullanmaları gerekir. Uçağın kanat uçları da kuş kanatlarında olduğu gibi eğimlidir. Fakat insanların aksine, kuşlar hiçbir test uygulamazlar ve doğdukları andan itibaren, uçuş esnasında ihtiyaç duyacakları gücü sağlayan, kuvvetli kanat kaslarına ve aerodinamik tasarımlarına sahiplerdir.
Uçuş teknolojisindeki olağanüstü gelişmeler, uçuş mekaniği ve aerodinamik alanlarında üretilen teoriler, kuş uçuşlarındaki performansların analizleri ile mümkün olmaktadır. (Colin J. Pennycuick, Bird Flight Performance, Oxford University Press, 1989.  ) Ancak kuşlar bu bilgilere sahip değildir; ayrıca kuşlar ne analiz ya da hesap yapabilir, ne de test uçuşları... Buna karşın kuşlar kusursuz bir şekilde havada manevralar yapar, süzülür, hızlanır, alçalır, aniden dururlar. Çünkü Allah onları ilminden bir örnek olarak en mükemmel uçuş sistemiyle, en üstün teknolojiyle yaratmıştır.
Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır. (Nahl Suresi, 79)


Kuşlardaki aerodinamik uçuş teknolojisi mühendislere ilham vermeye devam ediyor
Kuşlardaki mükemmel uçuş sistemleri mühendislere ilham kaynağı olmaktadır. En uygun malzeme ve en düşük maliyetlerle en verimli tasarımları üretmeye çalışan mühendisler, doğadaki bu üstün tasarımı çok uzun zamandır taklit etmektedirler. Örneğin,
- Uçak kanatlarının içi, kuş kemiklerinde olduğu gibi boştur. Kemiklerde dayanıklılığı korumak için kemiğin iç çeperinde, karşılıklı yüzeyler arasında uzanan ince kirişler bulunur. Uçak mühendisliğinde de aynı tür kirişler kullanılır ve bunlar kanadın iç kısmında kanadı şiddetli ve değişken hava akımlarına karşı birarada tutan iskelet görevi görür. "Warren kirişleri" olarak bilinen bu kirişler kuşlardaki kemiklerden kopyalanmıştır. "Flying High", An interview with Dr. Andy McIntosh; http://www.answersingenesis.org /creation/v20/i2/flying_high.asp

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/63.jpg
Uçakların burun kısımları da kuşlardaki aerodinamik tasarım örnek alınarak yapılmaktadır. Doğadaki mükemmel canlıları model alan bilim adamları, bu sayede hedeflerine daha kısa zamanda ve daha az emek harcayarak ulaşmaktadırlar.
- Uçağın yükseklik seviyesini kontrol etmede kullanılan, kanattan aşağı doğru sarkan kanatçıklar, kuşun yere konma sırasında yaptığı kanat hareketlerini taklit edecek şekilde düzenlenmiştir.
- Uçaklar tıpkı kuşlardaki gibi havanın direncini kıracak bir burun şekline sahiptir.
Günümüzde uçakların havadaki ani manevra kabiliyeti, kuşlardakinden çok geridedir. Daha üstün manevra kabiliyetine sahip uçakların üretilebilmesi için, kuşların havadaki aerodinamik sistemlerinin daha ileri düzeyde anlaşılması gerekmektedir. Amerikan Ulusal Bilim Kurumu'ndan William Zamer, kuşlarla ilgili yapılan bir araştırma için şunları söylemektedir:
Bu araştırma insanlara, gelecekte bir gün daha iyi kara ve hava ulaşımı sağlayacak taşıtlar geliştirmede yardımcı olabilir. "New Study Suggests Missing Link That Explains How Dinosaurs Learned To Fly", 17 Ocak 2003;http://www.sciencedaily.com/releases/2003/01/030117081305.htm
Reader's Digest dergisinde yayınlanan ve konu olarak kuşları ele alan bilimsel bir makalede ise aşağıdaki ifadelere yer verilmektedir:
Aeorodinamik bir harika olan kuşla kıyaslandığı zaman, en gelişmiş hava aracı bile sadece kabataslak bir kopyadan öteye geçmez. "Kusursuz Uçuş Makineleri", Bilim ve Teknik, no. 136, Mart 1979, s. 21.
 

İNSANLIĞIN YÜZYILLARDIR SÜREN İDEALİ: KUŞLARDAKİ UÇUŞ TEKNOLOJİSİ

Bilim adamları için adeta bir ideal haline gelen hedeflerden biri de kanat çırpmadır. Bir şahin 1200'lik açı ile saniyede 2.5 kez kanatlarını çırparken ya da bir sinek kuşu saniyede 80 kez kanat çırpabilirken, insanların ürettiği uçan makineler bu hareketlilikten ve esneklikten çok uzaktırlar. Mühendisler, insanları dağların, denizlerin üzerinden uçurabilecek hantal da olsa makineler inşa etmişlerdir. Ancak yerden kanat çırparak yükselme henüz mümkün olmamıştır. Toronto Üniversitesi'nin "ornitoper"i (kuş, yarasa veya eski dönemlerde yaşamış bir uçan sürüngen olan pterodactyl'i taklit ederek, bir kişiyi kanat çırparak havada taşıması için tasarlanan makine), en eski havacılık rüyasını gerçekleştirmeye en çok yaklaşan modellerden bir tanesidir. Bir ornitoper deneme uçuş pilotu olan Patricia Jones-Bowman şunları söylemektedir:
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/64.jpgTarihte ilk olma yarışı sürüyor. Leonardo da Vinci'nin ornitoperi tasarlamasının üzerinden 500 sene geçti ve artık bunu başarmanın zamanıdır.1

Jones-Bowman, aerodinamik sırlarını keşfedebilmek için, pterozor adlı -yarasa benzeri, kanat açıklığı 10 metreye ulaşabilen ve zar kanatlarını kullanarak uçan- sürüngenlerin fosillerinden faydalanmaktadır. Ancak ABD Savunma Bakanlığı'na göre, kanat çırpma hareketi, sabit-kanatlı uçakların boyutlarının küçültülmesini zorlaştıran birtakım aerodinamik problemler sunar.

Görüldüğü gibi her iki koşulu -kanat çırpabilmek ve boyutları küçültmek- aynı anda birleştirmek ise çok daha zordur. Kuşların hem küçük bedenlere sahip olup hem de kanat çırparak rahatça uçabilmeleri, insana Allah'ın yaratma sanatındaki mükemmelliği düşündürmelidir.

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/65.jpg
Uçmak binlerce yıldır insanlığın ideali haline gelmiş, binlerce bilim adamının ve araştırmacının emek, zaman ve para harcadığı bir alan olmuştur. Çok ilkel bazı denemeler dışında, uçabilen araçlar ancak 20. yüzyılda yapılabilmiştir. Kuşlar ise dünya üzerinde var oldukları son 150 milyon yıldan bugüne kadar Allah'ın ilhamı ile kusursuzca uçabilmektedirler.
19. yüzyılda, uçaklardan önce, bazı mucitler evde yapılmış kanatları kollarına takıp, kuşların kanat çırpma hareketini taklit ederek yüksek yerlerden atlamayı denediler. Ancak sonuçları ölümcül oldu.
Biyomimetik alanında faaliyet gösteren kişiler, yüzmenin sırlarını ortaya çıkarmak için ton balıklarını, sıçramanın sırları için çekirgeleri ve engebeli arazilerde hızlı bir şekilde yol bulmak için hamam böceklerini ve ıstakozları incelemektedirler. Kanatlar ise, makine tasarımına yönelik yeni fikirler üretmek amacıyla doğayı inceleyen mühendislerin ilgi alanını oluşturmaktadır. Berkeley'deki California Üniversitesi'nde biyoloji profesörü olan ve hükümet destekli robot uçuş dizaynına yardımcı olan Michael Dickinson, bu konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir:

Biyologlar ve mühendisler arasındaki iş birliği giderek artmaktadır. Eğer doğadaki mimariye ... bakarsak, biz de bunu örnek alıp, kopyalayabiliriz.2
Bu düşünce, yüzyıllar evvel Leonarda da Vinci'yi bir ornitoper için gerekli olan ilk planların eskizlerini yapmaya yöneltti. Ancak eskizi, çalışan bir uçağa dönüştürmek son derece zordu. Bilim adamları, bir serçe ya da karganın kolaylıkla yaptıkları uçuş gösterilerinin ardındaki sırrı incelerken, aerodinamik biliminin prensiplerini de ortaya çıkarmışlardır.

Havada, motoru yardımıyla hareket eden bir uçağın aksine, bir kuş kendini yukarı kaldırma ve ileri itme kuvvetini kanatlarını kullanarak elde eder. Kuşlar, bunu yapmak için sürekli olarak, kanadın hava akımını karşıladığı açıyı değiştirirler. Böylece sürekli değişen hava koşullarına hemen uyum sağlayarak, hiçbir sorunla karşılaşmadan uçuşlarına devam ederler. Uçaklar ise hava koşullarından hemen etkilenirler; hatta kötü hava koşullarında uçmak, hayati tehlike taşıdığı için kimi zaman uçuş seferleri iptal edilir.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/66.jpgToronto Üniversitesi'nden James DeLaurier'in liderliğindeki bir grup öğrenci ornitoper projesini kuşları model alarak sürdürmektedirler. Söz konusu makine, kanatlar aşağı-yukarı inip çıktıkça, rüzgar tarafından en uygun uçuş şekline doğru itilecek bir yapıya sahiptir. Bu konuyla ilgili çalışan bilim adamları, kuşların yaratılışındaki mükemmelliği bir haberde şöyle aktarmışlardır:

Jones-Bowman gibi kanat çırparak uçuş üzerinde çalışmış olan herkes, bu çalışmanın kendilerine, doğanın mühendislikteki üstün yeteneğine karşı yeni bir saygı kazandırdığını söylemektedir. Havacılık konusunda yaşayan en büyük bilim adamı ve insan-kaynaklı uçuşun öncüsü olarak değerlendirilen Paul MacCready, daireler çizen, yükselen ve hafif rüzgarda havada hareketsiz duran kuşları ve bunları mümkün kılan kemik yapılarını, kaslarını ve tüylerini hayrete düşerek saatlerce izlediğini söylemiştir. MacCready "Doğanın yaptığı herşeyde çok sayıda detay ve gizem bulunmaktadır." şeklinde söylemektedir.3

Elbette insanı hayrete düşüren, hayranlık duymasına neden olan bu yapılar "doğa"nın birer ürünü değildir. Doğayı oluşturan taşlar, ağaçlar, hava, su ve diğerleri bu eşsiz aklın ve sanatın kaynağı olamazlar. Canlılardaki hayranlık verici özelliklerin sahibi tüm doğayı yaratmış olan Yüce Allah'tır.

1. http://www.100megsfree4.com/farshores/nflight.htm
2. http://www.100megsfree4.com/farshores/nflight.htm
3. http://www.100megsfree4.com/farshores/nflight.htm
ÖVGÜNÜN TEK SAHİBİ ALLAH'TIR
Quetzalcotalus, Pterodactyl ailesinden 12 metre kanat genişliğine sahip, nesli tükenmiş bir kuştur. Bu eski kuş Pretoria Üniversitesi'nde geliştirilmekte olan yeni tip bir uçağın ilham kaynağı olmuştur. Pretoria Üniversitesi'nde aerodinamik mühendisi olan, aynı zamanda icatlar yapan Joachim Huyssen şöyle bir açıklamada bulunmaktadır:
Geçtiğimiz son yüzyıl içerisinde, uçak gelişiminde bazı temel problemlerin üstesinden gelemedik. Bunlardan bir tanesi kalkış pistlerine olan bağımlılığımızdır. Diğer ihtiyacımız ise ağırlığı, olabilecek en düşük seviyede tutmaktır.
Eğer doğaya bakarsanız, kuşların aerodinamik şekillerinin modern uçaklarınkinden oldukça farklı olduğunu görebilirsiniz. En dikkat çeken fark, uçakların uzun kuyruk kanatlarının olmamasıdır. Spesifik kuyruk yüzeyleri de bulunmaz. Eğer biz kuyruksuz uçaklar tasarlayabilirsek, kütle açısından büyük bir avantaj elde edebiliriz. Kuyruktan kurtularak, kalkış pistlerine ihtiyaç duymadan iniş yapabilecek bir uçak geliştirmeyi seçebiliriz..1
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/67.jpgBu projenin aktarıldığı haber sitesi ise doğadaki mükemmelliği şu kelimelerle aktarmaktadır:
Uçuş konusuna gelindiğinde bilim adamları bu konunun uzmanları olan kuşlara yönelirler. Exulans'ın üreticileri doğanın inceliklerini kopyalamak oldukça zor olmasına rağmen, uçaklarını geliştirmek için kuşların özelliklerini incelemişlerdir.2
Exulans uçağını tasarlayan Joachim Huyssen, dar alana kontrollü kanatlarla iniş yapabilmek için albatrosları taklit ederken, albatroslardaki tasarımı şu sözlerle övmektedir:
Kuşları ve uçuşlarının niteliksel yönünü gözlemlediğimizde, özellikle kalkış, uçuş ve iniş esnasındaki kontrolleri dikkatimizi çekmektedir. Bu konuda dikkat çeken kuşlardan biri albatrostur. Albatros, randıman oranı en yüksek kuş olarak değerlendirilir. Kanat büyüklüğü açısından, oldukça ağırdır. Kanat açıklığı epeyce geniş olmakla beraber, doğadaki en iyi kaldırma oranına sahiptir.3
Kuşları taklit ederek projeler yürüten araştırmacıların demeçleri, hayranlık ve övgü ifadeleri ile doludur.
Ancak bu övgülerin hiçbiri kuşun kendisine yöneltilemez. Çünkü kuşun, sahip olduğu üstün tasarımdan, benzersiz yeteneklerinden haberi dahi yoktur. Bu canlıların sahip oldukları üstünlükler için hiçbir emekleri ya da katkıları olmamıştır. Dolayısıyla övgüyü bu üstün yapıların asıl sahibi olan ve övülmeye en layık olan Yüce Allah'a yöneltmemiz gerekir. Ancak unutmamak gerekir ki Rabbimiz'e yapacağımız övgüye sadece ve sadece bizim ihtiyacımız vardır. Bir Kuran ayetinde Allah şöyle bildirmektedir:
... "Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkar edecek olsanız bile şüphesiz Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, övülmüştür." (İbrahim Suresi, 8)
1. http://www.tvpc.co.za/Sci-tech/exulans/exulans.htm
2. http://www.tvpc.co.za/Sci-tech/exulans/exulans.htm
3. http://www.tvpc.co.za/Sci-tech/exulans/exulans.htm

Kuşlarla Dinozorlar Arasındaki Diğer Farklılıklar

Dinozorlar ve kuşlar arasındaki farklılıklar önceki sayfalarda değindiğimiz yönlerle sınırlı değildir. Bunlardan başka, diş ve pençe yapıları, metabolizmaları, kafatasları, yumurtaları gibi daha pek çok açıdan dinozorlarla kuşlar arasında aşılmaz farklılıklar vardır. Bu durum şunu göstermektedir: Kuşlar ve sürüngenler bambaşka tasarımlara sahiplerdir. Her biri kendi yaşam şekline göre özel olarak yaratılmışlardır. Eğer bir sürüngenin bir kuşa dönüştüğü iddia ediliyorsa, bu, masallardaki dönüşümleri hatırlatır şekilde birdenbire olmalıdır. Aksi takdirde evrimcilerin iddia ettiği gibi aşama aşama dönüşüm canlıyı daha mükemmelleştirmez, aksine mükkemmel bir canlıyı daha verimsiz hale getirir. Ancak mükemmel bir canlının genetik yapısının tesadüf eseri yeniden düzenlenerek, bir sonraki nesilde bir başka mükemmel canlı olarak ortaya çıkması imkansızdır. Alan Feduccia da dinozordan kuşa dönüşüm iddialarında birçok problem olduğuna şu ifadelerle dikkat çekmektedir:
Uçuşun, uçuş için kesinlikle yanlış anatomiye sahip olan, kısaltılmış ön bacakları ve dengeleyici ağır kuyrukları olan, böylesine büyük iki ayaklılardan evrimleşmesi, biyofiziksel olarak imkansızdır. Jonathan Sarfati, Refuting Evolution: A Response to the National Academy of Sciences, Teaching About Evolution and the Nature of Science, Master Books, ABD, 1999, s. 61.
Parmak yapıları:
Alan Feduccia ve kendisi gibi North Carolina Üniversitesi'nden olan Dr. Julie Nowicki'nin birlikte yaptığı son bir araştırmada deve kuşu yumurtalarının gelişimi incelendi. Açtıkları deve kuşu yumurtalarında embriyoların ellerinin gelişimini inceleyen Feduccia ve ekibi, kuşlar ve theropod türü dinozorların farklı parmak sıralamasına sahip olduklarını, dolayısıyla kuş "ellerinin" dinozor ellerinden evrimleşmesinin imkansız olduğunu ortaya koydu. Amerikan Bilimi Geliştirme Derneği'nin haber sitesinde, Feduccia'nın ifadeleri ve bunun evrimciler için oluşturduğu problem şöyle açıklanmaktadır:

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/68.jpg
Deve kuşu yumurtalarını açarak, embriyoların ellerinin gelişimini inceleyen bilim adamları, kuş ellerinin dinozor ellerinden evrimleşmesinin imkansız olduğunu bir kez daha ortaya koydular.
"(Feduccia) Kuşların atası her ne ise, bunun theropod dinozorlarının üç parmaklı elleri yerine beş parmağı olması gerekir" dedi... "Bilim adamları dinozorların bir, iki ve üç parmaklı 'eller' geliştirdikleri konusunda hemfikir... Bizim, deve kuşu yumurtaları üzerinde yaptığımız araştırmalar ise neticede kuşlarda insanlardaki orta ve yüzük parmaklarına eş değer sadece iki, üç ve dört parmak geliştiğini gösterdi, ayrıca bunu ispatlayacak resimlerimiz de var" dedi. "Bu, dinozorların günümüz kuşlarının atası olduğunu iddia edenler için yeni bir problem oluşturuyor. Örneğin iki, üç ve dört parmaklı bir kuş eli nasıl olur da yalnız bir, iki ve üç parmaklı bir dinozor elinden evrimleşir? Bu neredeyse imkansızdır." David Williamson, "Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird 'Hands' Unlike Those Of Dinosaurs", EurekAlert, 14 Ağustos 2002; http://www.eurekalert.org/pub_releases/2002-08/uonc-sso081402.php
Deve kuşu yumurtalarının gelişim aşamalarını inceleyen Feduccia ve Nowicki, bu incelemelerinin sonuçlarını Almanya'nın önde gelen biyoloji dergisi Naturwissenschaften'ın Ağustos 2002 sayısında yayınladılar. Araştırmaları sonucunda kuşların dinozorlardan evrimleşmediğinin delillerini bulduklarını belirten Feduccia, elde ettikleri sonucu şöyle özetledi:
Kuşların atası her ne idiyse, beş parmakları vardı, theropod dinozorları gibi üç parmaklı değildi. David Williamson, "Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird 'Hands' Unlike Those Of Dinosaurs", EurekAlert, 14 Ağustos 2002; http:www.eurekalert.org/pub_releases/2002-08/uonc-sso081402.php
Alan Feduccia ve A. C. Burke, Science dergisinde de yaptıkları araştırmalar sonucunda kuşların dinozor kökenli olduklarını savunmanın imkansız olduğu sonucuna varmışlardır:
Yeni araştırma göstermektedir ki, kuş embriyolarında, dinozorlarda bulunan embriyo başparmağı görülmemektedir. Bu, her iki türün birbiriyle yakın ilişkisinin imkansız olduğunu göstermektedir.101
Bu sonuçlar daha sonra ünlü bilim dergilerinden New Scientist'de "Dinosaur theory put to flight: Birds may not be descended from the ancient reptiles after all" (Dinozor teorisi bozguna uğradı: Kuşlar eski sürüngenlerden gelmemiş olabilirler) başlığı ile şu satırlar yer almaktaydı:
Kuşların atası hakkındaki geleneksel düşünceye Amerika'daki biyologlar meydan okumuşlardır. Onlara göre, dinozor pençeleri ile kuşların kanat ve ayakları arasında yapılan karşılaştırma, son kuşların 150 milyon yıl önce yaşayan küçük, et yiyen dinozorlardan evrimleştikleri teorisi ile çelişmektedir. Kuşların, sürüngenlerin ve memelilerin -her birinde en fazla beş (parmak) hanesi olan- dört kolu bulunmaktadır... Ancak dinozor fosilleri farklı bir hikaye anlatmaktadırlar. Theropodlarda, dördüncü ve beşinci haneler büyük ölçüde küçülmüş ya da tamamen yok olmuşlardır. Feduccia, bu haneleri kaybeden hayvanların, birinci ve beşinci hanelere sahip olmayan kuşlara evrimleşemeyeceklerini iddia etmektedir. Jonathan Knight, "Dinosaur theory put to flight: Birds may not be descended from the ancient reptiles after all", New Scientist, 1 Kasım1997. 

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/69.jpg
... Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve
uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin.
İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
(Mülk Suresi, 3-4)
Philadelphia'daki, Pensilvanya Üniversitesi Veterinerlik Okulu'nda dinozor paleontoloğu olarak görev yapan Peter Dodson da, uzun yıllar boyunca kuşların theropodların soyundan geldiklerini savunmuş olmasına rağmen, karşıt delillerin haklılığına kanaat getirmektedir:
Son yirmi yıldır yaygın olan inanç bu idi. Bazı şeyleri iyice karıştırma ve bizi de delilleri yeniden incelemeye zorlama konusunda birinci sınıf bir iş yapıyorlar. Jonathan Knight, "Dinosaur theory put to flight: Birds may not be descended from the ancient reptiles after all", New Scientist, 1 Kasım1997.
Görüldüğü gibi bir dinozorun kuşa dönüşmesi için parmaklarına kadar vücudunun her noktasının değişmesi ve bir kuşun uçuşuna imkan sağlayacak şekilde özel bir tasarıma sahip olması gereklidir. Bir dinozorun uçan bir kuşa dönüşmesi, değil doğal seleksiyon ve mutasyon gibi bilinçsiz mekanizmaların, akıl ve bilinç sahibi bir insanın dahi gerçekleştiremeyeceği bir dönüşümdür. Dolayısıyla evrim, -karşısındaki somut deliller olmasaydı dahi- akıl ve mantık yoluyla geçersizliği defalarca ispatlanmış olan bir teoridir. Aklını ön yargılarıyla örtmeyen herkes, bir kuşa ait özelliklerin kendiliğinden ortaya çıkmayacağını, bunun ancak üstün akıl ve ilim sahibi bir Yaratıcı'nın eseri olduğunu anlayacaktır. Bu özellikleri meydana getiren akıl, yerde ve gökteki herşeyin hakimi olan Allah'a aittir.
Dişler:
Dişler, kuşlar ile sürüngenleri birbirinden ayıran özelliklerden biridir. Kuşlar, dişler yerine gagalara sahiptir. Ancak geçmişte yaşamış bazı kuşların da gagalarında dişler olduğu bilinmektedir. Uzun zaman evrime bir kanıt gibi gösterilen bu durumun hiç de zannedildiği gibi olmadığı, çünkü kuş dişlerinin çok özgün bir yapıya sahip olduğu zamanla anlaşılmıştır. Feduccia bu konuda şunları ifade etmektedir:
Belki de theropodlarla kuşlar arasındaki en önemli farklılık, dişin yapısı ve yerleştiriliş şekli ile ilgilidir. Özellikle memeli paleontolojisinin temelini en çok diş morfolojisinin oluşturduğu kabul edilirse, kuş ve therepod dişleri arasındaki büyük farklılıklara neden daha fazla ilgi gösterilmediği şaşırtıcıdır. Özetle, kuş dişi (Archæopteryx, Hesperornis, Parahesperornis, Ichthyornis, Cathayornis ve tüm dişli Mezozoik kuşlarda görüldüğü gibi) birbirine oldukça benzerdir ve theropod dişlerinden çok farklıdır... Dişin biçimi, çıkış ve yenilenme şekli dahil olmak üzere kuşlarla theropod dişleri temelde hiçbir yönden ortak bir özelliğe sahip değildir. Alan Feduccia, "Birds are Dinosaurs: Simple Answer to a Complex Problem", The Auk, cilt. 119, no. 4, Ekim 2002, s. 1187-1201.
Chapell Hill'deki Kuzey Carolina Üniversitesi'nden David Williamson, 14 Ağustos 2002 tarihli "Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird Hands Unlike Those of Dinosaurs" (Bilim Adamlarına Göre Devekuşu İncelemeleri Kuş Ellerinin Dinozorlara Benzemediğini Teyit Ediyor) başlıklı haberinde şunları belirtmektedir:
Feduccia, eğer bir kişi mikroskop altında bir tavuk ve dinozor iskeletini incelerse, detaylı ve ince bir gözden geçirmenin birçok farklılığı ortaya çıkartacağını söyledi. Örneğin theropod dinozorların kıvrılmış, testere dişleri vardı, fakat en eski kuşların düz, testere gibi olmayan çivi benzeri dişleri vardı. Ayrıca diş implamantasyonu ve yenilenmesi konusunda farklı bir yöntemleri vardı. David Williamson, "Scientist Says Ostrich Study Confirms Bird 'Hands' Unlike Those Of Dinosaurs", Eurek Alert, 14 Ağustos 2002; http://www.eurekalert.org/pub_releases/ 2002-08/uonc-sso081402.php

Tüylerin Kuşun Her İki Kanadından Simetrik Olarak
Dökülmesi, Tesadüflerle Açıklanamaz

Kuşlar, uçabilme yeteneklerini koruyabilmek için belirli dönemlerde tüy döker. Bu genellikle yılda bir kez olur ve bu sürece "tüy dökümü" denir. Yıpranmış ya da yırtılmış büyük tüyler, görevlerini tam olarak yerine getiremedikleri için hızla yenilenir. Tüy dökülmesi son derece sistemli bir süreçtir ve hiçbir noktanın tam olarak tüysüz kalmamasını sağlayacak şekilde aşamalı olarak gerçekleşir. O kadar sistemlidir ki, uçuş ve kuyruk tüyleri, her taraftan birer tane olmak üzere çiftler halinde dökülür ve bu şekilde denge bozulmamış olur.1
1. A. Hickman, L. Roberts, A. Larson, Integrated Principles of Zoology, McGraw- Hill, New York, 2001, s. 588
Metabolizma farklılıkları:

Sürüngenler ve kuşlar arasındaki bir diğer farklılık da metabolizmalarıdır. Sürüngenler, hayvanlar arasında en yavaş metabolizmaya sahipken, kuşlar bu alandaki en yüksek rekorları ellerinde tutarlar. Diğer bir deyişle sürüngenler doğadaki en az enerji tüketen canlılar iken, kuşlar en fazla enerji harcayan canlılardır. Örneğin bir serçenin vücut ısısı hızlı metabolizması nedeniyle zaman zaman 48°C'ye kadar çıkabilir. Bir kara omurgalısına ancak ölüm getirecek olan bu vücut ısısı, kuşlar için -enerji tüketimini, dolayısıyla gücü artıran bir etken olarak- hayati önem taşır.
Kuşlar yorucu uçma hareketi için çok fazla enerji tüketirler. Bu nedenle kuşlar, vücut kütlelerine oranla en fazla kas dokusuna sahip canlılardır. Metabolizmaları da kasların harcadığı güçle doğru orantılı olarak ayarlanmıştır. Diğer taraftan sürüngenler kendi vücut ısılarını kendileri üretemez, bunun yerine vücutlarını Güneş'ten gelen ısıyla ısıtırlar. Bu nedenle vücut ısıları çevreleri ile eşittir ve "soğukkanlı" hayvanlar olarak nitelendirilirler.
Kuşlar ve memeliler ise sıcakkanlıdır. Vücut yapıları, kendilerini soğuktan koruyacak şekilde ısı üretebilecek, çok sıcak olduğunda da kendilerini serinletebilecek bir tasarıma sahiptir.
Kuşların sıcakkanlı, sürüngenlerin ise soğukkanlı canlılar olmaları, birbirinden son derece farklı metabolizmalara sahip olduklarını gösterir. Bir canlının soğukkanlı yapısının sıcakkanlı bir metabolizmaya dönüşmesi ise imkansızdır. Bir kısım evrimciler bu önemli farklılıktan ötürü, dinozorların sıcakkanlı olduklarını iddia etmeye başlamışlardır. Ancak herhangi bir kanıta dayanmayan bu tezin geçersizliğini gösteren pek çok delil vardır. V. Morell, "A Cold, Hard Look at Dinosaurs", Discover, cilt 17, no. 12, 1996, s. 98-108.
Öncelikle, dinozorların tüm diğer sürüngenlerden farklı olarak sıcakkanlı olduklarını düşünmek için hiçbir neden yoktur. Fosil kayıtlarında (ya da başka bir yerde) dinozorların sıcakkanlı olup olmadıklarını kanıtlayan herhangi bir delil olup olmadığı sorusuna, New Mexico Doğa Tarihi ve Bilim Müzesi'nden Thomas E. Williamson şöyle bir cevap vermiştir:
... dinozorların sıcakkanlı olup olmadığını kesin olarak kanıtlayan bir delil muhtemelen yoktur. Bilim adamları bu soruyu cevaplamak için sayısız kanıtı incelemişlerdir. Günümüze ait soğukkanlı ve sıcakkanlı hayvanlar arasındaki kemik yapısında çok net bir farklılık bulunmaktadır.
http://www.sciam.com/askexpert_question.cfm?articleID=0008477173161C729EB7809EC588F2D7&catID=3
Günümüzün tanınmış paleontologlarından Peter Dodson evrimci görüşlerine karşın, dinozorların sıcakkanlı oldukları tezine ve kuşların dinozor kökenli olduğu fikrine olan inancını yitirmiştir:
�endotermik (ısı depolayan) dinozorlara karşı soğukluk hissediyorum, kuşların atası olarak theropodlara karşı kuşkuluyum. P. Dodson, "Mesozoic Feathers and Fluff", American Paleontologist, cilt 9, no. 1, 2001, s. 7.
Dinozorların sıcakkanlı olduklarına dair hiçbir "kanıt" bJulunmamaktadır, aksine dinozorlarda soğukkanlı hayvanların vücut ısılarını düzenlemek için kullandıkları dış mekanizmalar bulunmaktadır. Ancak Darwinistler evrime olan dogmatik inançlarından ötürü, kanıt varmış gibi iddialarında ısrar etmeye, aksi delilleri ise görmezden gelmeye devam etmektedirler.

SAHİP OLDUKLARI ÖZEL TASARIMLA
ZOR KOŞULLARDA SEYAHAT EDEBİLEN
GÖÇMEN KUŞLAR

Bazı göçmen kuşlar, olağanüstü yüksekliklerde uçarlar. Bir kaz türünün (bar-headed goose) 9.000 m yükseklerde Himalayalar üzerinden uçtuklarına dair kayıtlar vardır. Bu yükseklik atmosferin stratosfer tabakasının başlangıcına yakın bir yüksekliktir. Şu ana kadar tespit edilen en üst yükseklik ise 12.000 metrede rastlanmış olan kızıl akbabaya aittir. Bu yükseklikte oksijen yoğunluğu deniz seviyesindekinin üçte birinden daha azdır. Kazların ve diğer yüksekte uçan kuşların bu düşük oksijen seviyesinde uçabilmeleri için, kanlarında yeterli miktarda oksijen taşıyabilen hemoglobin molekülüne ve bu oksijenin uçuş kaslarına nakledilebilmesi için çok yoğun kılcal damarlara sahip olmaları gerekir.

Şiddetli soğuklar da bu yükseklikte ikinci bir tehlikedir. Bu yükseklikte ısı �50C'nin altına düşebilir. Göç eden kuşlar birkaç gün bu dondurucu koşullarda uçmak zorunda kalabilirler. Ancak kuşlar bu şartlara en uygun tasarıma sahip oldukları için, bu zorlu yolculuğun da üstesinden gelebilirler. Bu, Rabbimiz'in rahmetiyle, her canlıyı yaşayacağı koşullara en uygun yapı ve sistemlerle yaratmasının bir sonucudur.1
1. John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Co., Inc., New York, 1999, ss. 121-122.

Vücut sistemlerindeki farklılık:

Kuşlar çok fazla enerji sarf ettikleri için, yedikleri besinleri çok iyi sindirmeleri gerekir. Nitekim kuşların sindirim sistemi, alınan besinin en verimli şekilde değerlendirilmesini sağlayan özel bir yapıya sahiptir. Örneğin büyümekte olan yavru leylek, yediği 3 kg besinle 1 kg ağırlık kazanır. Bu oran, aynı besinlerle beslenen memelilerde 10 kg'a karşılık 1 kg ağırlıktır.
Kuşların dolaşım sistemi de, yine yüksek enerji ihtiyacına uygun olarak yaratılmıştır. İnsanın kalbi dakikada ortalama 78 kere çarparken, bu sayı serçede 460, sinek kuşunda 615'tir. Aktif uçma çok yüksek bir enerji gerektirdiği için, kan dolaşımı da kara canlılarına göre çok daha hızlı gerçekleşmektedir. Bu yüksek metabolik hız ve enerji sarfiyatı için gerekli olan oksijen, özel "hava tipi" akciğerler aracılığıyla vücuda alınır. Öte yandan kuşların dört odacıklı kalp yapıları, sürüngenlerin üç odacıklı kalp yapılarından da oldukça farklıdır.

Kafatası ve çene kemiklerindeki farklılık:

Doğrusu Biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi.
Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi onunla (Allah'ı tesbih etmede uyum içinde) yönelip-dönmekte olanlar idi.
(Sad Suresi, 18-19)

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/70.jpg
İki canlı grubunun kafatasları arasında yapılan karşılaştırmalar da, benzerlik taşımadıkları sonucunu ortaya koymuştur. Polonya Zooloji Enstitüsü'nde Omurgalı Zoolojisi Başkanı Dr. Andrzej Elzanowski, 1999 yılında yaptığı inceleme sonucunda "theropod dinozorlarının çene ve damaklarında kuşlarınki ile benzer özellikler olmadığı" sonucuna varmıştır. A. Elzanowski, "A comparison of the jaw skeleton in theropods and birds, with a description of the palate in the Oviraptoridae", Smithsonian Contributions to Paleobiology, cilt 89, 1999, s. 311-323.
Kuşlar, sürüngenler ve diğer dört ayaklılarla kıyaslandığında; kafatası ve arka kollardaki kemiklerin çoğunun oldukça farklı olduğu, birbirine kaynaşmış durumda oldukları ya da bir kısmının hiç olmadığı görülmektedir. Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New History of Life, Comstock Publishing Assc., ABD, 1999, s. 172.
Öte yandan bütün theropodlarda V1 (oftalmik) sinirleri, diğer bazı sinirlerle birlikte kafatasının yanından dolaşırlar. Kuşlarda ise aynı sinirler kafatasının ön tarafındaki kendilerine ait bir delikten geçerler. Dolayısıyla benzerlik arama çabaları her aşamada evrimciler için bir hayal kırıklığıdır.
Ayrıca bir kuşun yüz yapısı da sürüngeninkine hiçbir şekilde benzemez. Balıklar, sürüngenler, hem suda hem karada yaşayan hayvanlar ve tüm memeliler ağızlarını alt çenelerini aşağıya indirerek açarlar. Üst çeneleri oynayamaz; çünkü üst çeneleri yüzlerinin sabit bir parçasıdır. Ancak kuşlar çene yerine gagaya sahiplerdir ve diğer hayvanlardan farklı olarak alt gagalarını aşağıya doğru indirebildikleri gibi üst gagalarını da kaldırabilirler.

Yumurtaları:
Kuşların ve sürüngenlerin yumurtlamaları, evrimciler tarafından -diğer tüm aşılmaz farklılıklar göz ardı edilerek- bir benzerlik delili olarak öne sürülmüştür. Ancak burada da taraflı yorumların sebep olduğu yanlış çıkarımlar söz konusudur. Böcekler, amfibiyenler, birçok balık ve iki memeli türü aynı şekilde yumurtlar. Fakat farklı türlerdeki canlıların yumurtaları birbirlerinden farklıdır.
Kuş yumurtalarının kırılgan kabukları vardır. Sürüngen yumurtalarının ise kabukları sert olur. Tüm kuşlar yumurtlar ama tüm sürüngenler yumurtlamaz. Bazı sürüngen yavruları (kertenkele ve yılanlar) ise yavru memeliler gibi doğarlar. Dolayısıyla "dinozorlar ve kuşlar yumurtlarlar, öyleyse birbirlerinden türemişlerdir" şeklindeki hatalı bir çıkarımla, sağlıklı bir sonuca varılması mümkün değildir.
Ayrıca kuşlar kafatasına ve omurlardan oluşan bir omurgaya sahip olmalarından ötürü "omurgalı"dır. Kuşların bacakları ile birlikte kanatları da sayılırsa 4 eklemleri vardır, bu yüzden kuşlar "dört ayaklı"dır (tetrapod). Kuşlar yumurtalarını bıraktıktan sonra yavru kuş, amnion içeren bir zar sistemiyle beslenir. Bu yüzden kuşlar, aynı zamanda "amniotes"tir (kuş, sürüngen ya da memeli gibi embriyonik gelişme sırasında bir amniyon ve koryona sahip olan herhangi bir omurgalı hayvan). (Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New History of Life, Comstock Publishing Assc., ABD, 1999, s. 172.) Kuşlar bu özellikleri açısından da dinozorlardan tamamen ayrılırlar.

Denge sistemi:
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/71.jpgAllah tüm canlılar gibi kuşları da kusursuz bir biçimde yaratmıştır. Bu gerçek, her detayda kendini belli eder. Kuşların vücutları uçuştaki muhtemel bir dengesizliği engellemek için özel bir yaratılışla var edilmiştir. Hayvanın uçuş sırasında öne doğru eğikleşmesini engellemek için, kafası özel olarak hafif yaratılmıştır: Bir kuş kafasının ortalama ağırlığı, vücut ağırlığının yalnızca %1'ini oluşturur.
Tüylerin aerodinamik yapısı da kuşların denge sistemindeki önemli bir özelliktir. Özellikle kanat ve kuyruk bölgelerindeki tüyler, kuşa çok etkili bir denge sistemi sağlar. Tüylerin kanatlara dağılımındaki simetri de bu dengeyi sağlayan unsurlardan biridir. Tüm bu özellikler, örneğin bir şahinin (falcon pereginus) saatte 300 km hızla avına dalarken, hiçbir şekilde dengesini yitirmemesini sağlar.

Sonuç
Kuşları kara canlılarından ayıran bu özelliklerin hiçbiri rastlantısal mutasyonlarla ortaya çıkamaz. Eğer tesadüf eseri bu özelliklerden herhangi birisinin mutasyonlarla meydana geldiği varsayılsa bile -ki bu imkansızdır- bu özellik tek başına hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Uçmak için gerekli olan yüksek miktarda enerjiyi sağlayan metabolizmanın oluşması, hava tipi bir akciğer olmaksızın hiçbir işe yaramayacak, aksine yetersiz oksijen alımından dolayı canlının boğularak ölmesine yol açacaktır. Öncelikle hava tipi akciğerin oluşması durumunda ise, canlı gereğinden çok oksijen alacak, bunun sonucunda yine zarar görecektir.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/72.jpgBir başka imkansızlık ise iskelet yapısından kaynaklanır: Kuş, bir şekilde hava tipi akciğere ve uygun metabolizmaya sahip olsa bile, yine de havalanamayacaktır. Çünkü canlı ne kadar güçlü olursa olsun, bir kara canlısının ağır ve nispeten ayrık iskelet yapısıyla havalanması mümkün değildir. Kanatların oluşması ise, başta da değindiğimiz gibi, apayrı ve yine kusursuz bir "yaratılış" gerektirir.
Ünlü düşünür ve yazar Arthur Koestler, Darwinist evrim teorisini eleştiren Janus: A Summing Up (Janus: Kısa Bir Analiz) adlı kitabında, bu konuyla ilgili şu yorumu yapmıştır:
Aynı şekilde soğukluk uyandıran bir görüş de, geçmiş zamanlara ait bazı sürüngenlerin, farklı organları etkileyen tesadüfi mutasyonların neden olduğu küçük, derece derece değişikliklerle kuşlara dönüştüğüdür. Gerçekten de insan, sadece eş zamanlı olarak pulların tüylere, katı kemiklerin içi oyuk organlara dönüşmesi, vücudun farklı birçok bölümünde hava keselerinin gelişmesi, atletik oranlarda omuz kasları ve kemiklerinin gelişimi için Monod'un çarkının kaç kere dönmesi gerektiğini düşünse, tüyleri ürperir. Ve bedensel yapının böyle tahrip edilmesi, boşaltım gibi iç sistemlerdeki temel değişiklikleri de beraberinde getirmektedir. Kuşlar �azotlu atık maddelerini ağır bir safranın içinde sulandırmak yerine, bunu kloaka yoluyla yarı katı bir durumdaki böbreklerden dışarı atarlar. Aynı zamanda kör tesadüfle soğukkanlılıktan sıcakkanlılığa küçük (!) bir geçiş sorunu vardır. Havada uçan sürüngen meydana getirmek�için gereken özelliklerin sonu yoktur. Arthur Koestler, Janus: A Summing Up, Picador Books, London, 1983, s. 175.
Tüm bunlar bizi tek bir sonuca ulaştırır: Kuşların dinozorlardan evrimleşmiş olmaları imkansızdır, çünkü böyle bir evrimi meydana getirecek ve iki canlı grubu arasındaki büyük farklılıkları ortadan kaldırabilecek bir mekanizma yoktur. Bunu evrimci bilim adamları dahi kabul etmektedirler. Bu deliller bir kez daha "dino-kuş" varsayımının Darwinist efsanelerden biri olduğunu göstermektedir.

KUŞLARIN UÇUŞLARINDAKİ KUSURSUZ ENERJİ HESAPLARI

Kuşların uçuşunda itici gücün sağlanması, canlılardaki en etkileyici yönlerden biridir. Kuşların uçuşunda teknolojik olarak taklit edilemeyen pek çok çözüm bulunmaktadır. Bir uçak havada kalmak için oldukça yüksek bir uçuş hızına sahip olmalıdır. Fakat kuşlar daha yavaş uçmak için kanat çırpmalarından kaynaklanan yukarı hava akımından da faydalanırlar. Kuşun kanatları bir yandan pervane gibi hareket ederken, bir yandan da taşıyıcı yüzey görevi görür. Bu fonksiyonun verimi oldukça yüksektir ve teknolojik imkanlarla halen elde edilememektedir.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/73.jpg
Kuşların uçuşları esnasında başarıyla üstesinden geldikleri çok sayıdaki problemden biri enerji tüketimidir: Fiziksel, teknolojik ya da biyolojik her türlü işlemin gerçekleşmesi için, enerji kanununa göre belli bir miktarda enerjiye ihtiyaç vardır. Göç eden kuşların da seyahatlerini gerçekleştirebilmeleri için yeteri kadar enerjiyi yağ olarak vücutlarında depolamaları gerekir. Fakat aynı zamanda kuşların vücutlarının olabildiğince hafif olması gerektiği için her türlü gereksiz yükten de arınmaları zorunludur. Bu nedenle yakıt tüketimlerinde -dolayısıyla uçuş hızlarında- son derece hassas bir denge vardır. Eğer kuş çok yavaş giderse, itici güç oluşması için çok fazla yakıt tüketecektir. Eğer çok hızlı giderse, o zaman da havanın sürtünme kuvvetinin üstesinden gelmek için daha fazla enerji harcayacaktır. Bu nedenle en az yakıt tüketimi için en uygun hızın ayarlanması gerekir ve kuş ancak bu özel hızı elde ettiği takdirde ekonomik olarak uçabilir. Vücudunun ve kanatlarının aerodinamik yapısına bağlı olarak her kuşun kendine özel en uygun (optimal) uçuş hızı vardır. Bu bir Aztek deniz güvercini için saatte 45 km, Parakeet papağanı içinse saatte 41.6 km'dir. Ayrıca kuşlar enerji tasarufu sağlayan bu ideal uçuş hızlarını sürekli olarak korurlar.1 Bunu nasıl yaptıkları, kuş bilimcilerin halen çözemedikleri sorulardan biridir.
Örneğin bir yağmur kuşu çok hassas bir hesap gerektiren yakıt tüketimi ile uçar. Yağmur kuşları (Pluvalis dominica fulva) kışı geçirmek üzere Alaska'dan Hawai'ye göç ederler. Bunun için okyanus üzerinden dinlenmeden aralıksız uçmaları gerekir, çünkü rotaları üzerinde ada yoktur ve yüzücü kuşlardan da değildirler. 4.000 kilometrelik yolu 88 saatte katederken, kanatlarını 250.000 kez durmaksızın çırparlar. Vücut ağırlıkları olan 200 gramın 70 gramı yakıt olarak kullanılır.

Yapılan hesaplamalara göre bu kuş uçabilmesi için gerekli olan itici kuvveti ve ısıyı elde etmek için saatte vücut ağırlığının %0,6'sını tüketir. Bu durumda 72 saat sonunda -yolculuk için gerekli zamanın %81'inde- tüm yakıtı olan 70 gram yağı tükenecektir. Bu da kuşun varış noktasına gelmeden 800 km evvel, okyanusa düşeceği anlamına gelir. Ancak yağmur kuşları böyle bir durumla karşılaşmazlar. Çünkü bu kuşlar "V" dizilimi oluşturarak toplu bir biçimde uçarlar, böylece %23'lük bir enerji tasarrufu elde ederler. 88 saatin sonunda, geriye 6,8 gram yağları kalır.2 Ancak bu kalan yağ da gereksiz değildir; rüzgarların ters yönlerden eseceği zor durumlar için bir tedbir olarak saklanmaktadır. Görüldüğü gibi küçücük bir kuş minumum yakıtla son derece zorlu bir yolculuğu gerçekleştirebilmektedir. Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nde yönetici olan profesör Werner Gitt, bu kuşların yakıt tüketimindeki tasarrufları karşısındaki hayranlığını şöyle dile getirmektedir:

Olağanüstü derecede düşük bir yakıt tüketimi vardır, saatte kendi ağırlığının sadece %0,6'sını yakar. Bu, insan yapımı hava araçlarıyla karşılaştırdığımızda çok çarpıcıdır. Aynı oran helikopter için %5 ve bir jet uçağı için de %12'dir.3

Bu sayıların elde edilmesi için konusunda uzman kişilerin karmaşık hesaplar yapmaları gerektiği düşünülürse, bir kuşun böylesine hatasız bir yakıt hesabını kendi kendine elde etmesinin mümkün olmadığı konusunda herkes hemfikir olacaktır. Ayrıca buradaki dikkat çekici bir diğer husus da kuşun başarısızlıkla sonuçlanan her uçuşunun, onun ölümü anlamına gelmesidir. Bu uçuş için en ideal yakıt tüketimini deneme yanılma ile öğrenmesi, tecrübelerini kendisinden sonraki nesillere aktarması gibi bir durum da söz konusu değildir. Dolayısıyla bu kuşun hayati tehlike taşıyan böylesine uzak ve zorlu bir uçuşu gerçekleştirmesi için, doğduğu andan itibaren en ideal uçuşu yapabiliyor olması gerekmektedir.
Bir kuşun aşağıdaki bilgilere kendiliğinden sahip olması ve bu bilgileri kullanması da elbette ki imkansızdır:

Gideceği yere en kısa mesafenin hangi rotada olduğunu,
Gideceği yerin uzaklığını,
Gideceği yere saatte kaç km hızla gitmesi gerektiğini,
Bu mesafeyi katetmek için ne kadar enerjiye ihtiyaç duyacağını,
Bunun için ne kadar yağ depolaması gerektiğini,
Yakıt tüketimini azaltmak için diğer kuşlarla birlikte "V" diziliminde uçması gerektiğini,
Hava koşullarının değişimine karşı tedbir olarak bir miktar yakıt ayırması gerektiğini...

Hiçbir tesadüfi, bilinçsiz mekanizma bir kuş için en ideal uçuş şeklini, hızını, ne kadar yakıta ihtiyaç duyacağını tespit edemez. Bilinç ve akıldan yoksun, karar verme, muhakeme ve yargı gibi yetenekleri olmayan bu canlıların son derece akılcı plan ve tekniklerle uçmaları, buna uygun vücut tasarımına sahip olmaları tek bir gerçekle açıklanabilir: Bu canlılar yaratıldıkları ilk andan itibaren kendilerine verilen ilhamla hareket etmektedirler. Onlar herşeyi yaratan Rabbimiz'in emri ve denetimi ile yaşamlarını sürdürmektedirler.

1. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 241.
2. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 243.
3. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001, s. 243.
http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/74.jpgUçuş mükemmel bir hareket şeklidir. Koşma ve yüzmeyle kıyaslandığında, uçuş sırasında ulaşılan hız çok daha yüksektir. Örneğin en hızlı koşan çitanın hızı saatte 80 km'dir. En hızlı yüzen balığın (sailfish) ulaştığı en üst hız 10 km iken, bir şahinin hızı, kanatları kapalı dalış uçuşlarında saatte 300 km'ye ulaşabilir.1 Ayrıca, alınan mesafeye göre harcanan enerji de koşmadan çok daha düşük ya da yüzmeden çok az yüksektir. Örneğin bir çita en yüksek hızına 3 saniye içinde ulaşır, fakat yerle olan temasından kaynaklanan sürtünme etkisini aşabilmek için çok fazla enerji harcar. Bu esnada vücut sıcaklığı 40 dereceye ulaşır.
Dolayısıyla kuşlar en az enerji ile en fazla mesafeyi katetme konusunda da benzersiz bir tasarıma sahiplerdir.
1. John Downer, Supernature, The Unseen Powers of Animals, Sterling Publishing Co., Inc., New York, 1999, ss. 114-117.
FOSİL KAYITLARI EVRİMİ YALANLIYOR

Özellikle fosiller alanına baktığımızda çok somut bir gerçekle karşılaşırız: Evrim hiçbir zaman yaşanmamıştır; tüm canlılar, kendilerine has vücut yapılarıyla, hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan fosil kayıtlarında aniden belirmişlerdir. Yani fosiller, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını göstermektedir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası ve Hayatın Gerçek Kökeni) Özellikle de kuşlar, fosilleri çok iyi korunduğu için, evrim iddialarını çürüten deliller açısından oldukça zengindir.
150 yıldır yapılan kapsamlı araştırmalara ve geniş imkanlara rağmen, sözde evrim teorisini destekleyecek bulgular bir türlü ortaya çıkmamaktadır. Oysa, eğer evrim denilen bir süreç gerçekleşmiş olsaydı, bu konuda sayılamayacak kadar çok delilin bulunmuş olması gerekirdi. Nitekim Darwin'den bu yana pek çok bilim adamı, çok sayıda delil olması gerektiğini, ama bunların bir türlü bulunamadığını kabul etmektedir. Moleküler Biyolog Michael Denton bu konu ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir:
Eğer evrim gerçekten geçmişte gerçekleşmiş olsaydı, kayaların arasında saklanmış çok sayıda ara geçiş formu bulunması gerekirdi. Bunun yerine evrimciler, milyarlarca bilinen fosil içinden sadece az sayıda adayı örnek olarak gösterebilmiştir. Bunlar çoğunlukla hava soluyan balıklar, memeliye benzeyen sürüngenler, Archæopteryx, atlar ve yakın zamanda bulunan sözde yürüyen balinalardır. Bunlar daha yakından incelendiğinde, delil olmadıkları anlaşılır. Ya jeolojik zamanda yerleri yoktur, ya da kendi başlarına ayrı türlerdir veya her ikisi de geçerlidir.1

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/75.gif
Fosil kayıtlarında bulunan canlılar hep kusursuz ve tamdırlar. Hiçbiri bu resimlerde görüldüğü gibi ara aşamada değildir. Eğer evrim teorisinin iddia ettiği gibi bir canlının kemikleri rastgele tesadüflerle düzenlenecek olsaydı, resimlerde görülen sakat veya eksik yapıların çok yüksek oranlarda fosil kayıtlarında görülmesi gerekirdi. Ancak yeryüzü katmanları hep kusursuz yapılara sahip fosillerle doludur.

Evrimciler canlıların aşama aşama gelişerek bugünkü hallerini aldıklarını öne sürerler. Ancak yıllardır yapılan araştırmalara rağmen yeryüzü katmanlarında bu resimlerdekine benzer sözde ara formların tek bir örneğine bile rastlanmamıştır. Bu durum açıkça göstermektedir ki, canlılar birbirlerinden türememişlerdir; her bir grup kendilerine özgün ve kusursuz yapılarıyla yaratılmıştır.
Evrim teorisine göre milyonlarca yarı sürüngen-yarı kuş canlının yaşamış olması gerekir. Sadece bu canlı gruplarının arasındaki değil, doğadaki milyonlarca farklı canlı grubu arasındaki tüm farklılıkların da, yarım canlılarla aşama aşama kapatılmış olması gerekir. Dolayısıyla eğer evrimsel bir süreç yaşanmış olsaydı, bu ara geçiş formlarından yüz binlercesinin, hatta milyonlarcasının fosilleşerek günümüze ulaşmış olması gerekirdi. Çünkü bu ara formlar, halen yaşayan türlerden sayı ve tür olarak çok daha zengin olmalıdır.
Ancak yüzyılı aşkın bir süredir hararetle yürütülen "ara geçiş formu bulma" çabalarına rağmen, istenen fosillerden bir tane dahi bulunamamıştır. Evrimcilerin bu konuda yaptıkları "itiraf"lardan bazıları oldukça çarpıcıdır. Bu itirafların başında teorinin kurucusu Charles Darwin'in sözleri gelir. Darwin, Türlerin Kökeni isimli kitabında ara geçiş formları konusundaki ümitsizliğini şöyle ifade eder:

Türler başka türlerden belli belirsiz aşamalardan geçerek türediyse, neden her yerde sayısız geçişsel biçimlere (ara geçiş formlarına) rastlamıyoruz? Bugün gördüğümüz türler yerine doğada neden biçimlerin karmakarışıklığı ile karşılaşmıyoruz?2

http://www.harunyahya.org/bilim/kuslarin_ucusun_kokeni/res/76.jpg
DINO KUŞLAR SADECE HAYAL ÜRÜNÜDÜR

Evrimcilerin, kuşların dinozorlardan evrimleştiklerini ispatlayabilmeleri için, yandaki resimlerde görülen sözde ara geçiş formlarının fosillerini bulmuş olmaları gerekirdi. Ancak, fosil kayıtlarında dinozorlara ve kuşlara ait birçok fosil bulunmasına rağmen, hayali dino-kuşlardan eser yoktur.
Evrimcilerin iddiasına göre çok sayıda rastlanması gereken yarı sürüngen-yarı kuş özellikleri taşıyan kusurlu, eksik organlı garip canlıların hiçbiri yeryüzü katmanlarında yer almamaktadır.
Fosil kayıtlarında bulunan canlılar hep kusursuz ve tamdırlar. Hiçbiri bu resimlerde görüldüğü gibi ara aşamada değildir. Bu gerçek, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığının önemli bir delilidir.
Darwin'den sonra, 19. yüzyılın son çeyreğinde ve 20. yüzyıl boyunca büyük bir hararetle süren ara form bulma çabaları ise hüsranla sonuçlanmıştır. Ünlü evrimci paleontolog Derek W. Ager ise, "Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz." diyerek, fosil kayıtlarının evrime karşı olduğunu itiraf etmektedir.3
Bir başka evrimci paleontolog Mark Czarnecki de, fosil kayıtlarının evrimi değil, yaratılışı destekler nitelikte olduğunu şöyle itiraf eder:
Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bukayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Bu beklenmedik durum, türleri Allah'ın yarattığına destek sağlamıştır.4
Bugüne kadar evrimcilerin evrimin delili olarak sundukları fosillerin birçoğunun ya sahte olduğu anlaşılmıştır ya da evrimcilerin fosiller üzerinde taraflı ve bilimsel yöntemlere uygun olmayan yorumlar yaptıkları ortaya çıkmıştır. (Bu çarpıtmalara ilerleyen bölümlerde detaylı olarak değinilecektir.) Bugün evrimcilerin evrimin delili olarak öne sürebilecekleri bir tek fosil örneği dahi yoktur. Nitekim, ünlü evrimcilerden ve Oxford Üniversitesi zoologlarından Mark Ridley, evrimcilere şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır:
Gerçek bir evrimci hiçbir zaman, yaratılışa karşı evrim teorisine dayanak olarak fosil kayıtlarını kullanmaz.5
1. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books, London, 1985, s. 368.
2. Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 18.
3. Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, vol. 87, 1976, s. 133.
4. Mark Czarnecki, "The Revival of the Creationist Crusade", MacLean's, 19 Ocak 1981, s. 56.
5. "Who Doubts Evolution?", New Scientist, vol. 90, 25 Haziran 1981, s. 831.)